Ana içeriğe atla

Necronomicon


Daha önce hiç söylenmemiş ne söyleyebilirim? 

    Çok yorgunum. Ve çoktan kayboldum. Artık ilhamımı da yitirdim sanırım.  Yaşamak falan da istemiyorum. Karanlık bir çukur var içimde, evrendeki en ağır nesne. Işığımı yutar, beni çeker içine. Sonsuza kadar sürüklenir, atomlarıma kadar ezilirim. Bugün yine griyim. Koca bir hayat boyunca yaşadıklarımı küçücük bir hisse sığdırıp nasıl tarif edeyim? Bu yüzden belki de susmak en iyisi. Çünkü ne kadar konuşsam o kadar anlamayacaksın beni. Yine de anlatmak geliyor içimden sana, ne yapayım?

Seni yazmak bir çeşit nekromansi. 

    Yokluğuna dayanamayıp devrilir tümcelerim. Öyle olmasa, yani sen olsan, o zaman ben bile mutlu olabilirim. Dünya acılarla dolu bir yer olmaktan çıkar; yaşamak bundan böyle sadece ıstırap değil. Senden çocuğum olsun isterim. Adını Yaz koyarım. Adını içimdeki karanlığa doğan güneşten alır. O doğduğunda gün doğar; ışık olur. Bak gördün mü, artık yaşamamın bir anlamı var! Ölmeyi de istemem ya da hiç var olmamayı. Ne acı, bunlar sadece yaşanmamış bir geçmişten anılar. Seni geçmişte seviyorum. Hayır, dilbilgisi hatası değil, bu cümle böyle kurulur. Çünkü sen yoksun, ben de ancak senden kalan o yokluğu seviyorum. 

"Sevdim değil, seviyorum. Güneş gibi..."

    Bu cümleyi Eskişehir'deki tatlı bir şarapçıdan çaldım, tanısan çok seversin. Dedim ya ilhamımı yitirdim diye, söylenmemiş hiçbir şey kalmadı geriye. Kendimi bir şekilde beslemem lazım. Slyvia Plath, ondan çalsam hoşlanmazdı. Yazık, sonumun ona benzeyeceğinden korkardı. Fitzgerald'a da o hazzı ben yaşatmak istemezdim. Bilmiyor ancak onunla platonik bir rekabet içindeyim. Tıpkı sana duyduğum tek taraflı hayranlık gibi. Neyse ki sen biliyorsun. Şu hayatta, doğmak dâhil, her şeyden pişman oldum; sen hariç. Seni sevmek yani. Ve bunu söylemek. Ah, şimdi anlıyorum, demek ki susmamak gerek!

Sen vazgeçilmeyensin.

    Albus'unki gibi bir düşünseli olsa odamda. Seninle ilgili tüm anıları onun içine atsam. Seni yeniden hatırlamak için değil, bunun için unutmak gerekir! Yine en başından yaşamak ve geçmişi yankılarda canlandırmak... Artık bir eko olarak da olsa varsın. Bir an sadece bir anı; bir an tüm zamanlarsın. Bu, seni diriltme çabamın kaçıncı iterasyonu dersin? Her defasında tarih tekerrür eder, sen benden gidersin. Her şey, hiç olur. Hiçlik seni doğurur. Sıradan bir yaz akşamı "merhaba" dersin. Felâketim böyle başlar. Bir umut, bu sefer acır, merhamet edersin.

Belki de cevap, anlamaya çalışmamakta.

    Konu bir şekilde yine sana gelir. Tüm yollar sana çıkar. Senden kalan boşluğu astronomi doldurur. Müzik ve sanat bir varoluş arzusudur. Hepimiz Gaia'nın çocuklarıyız, hayat nasılsa yolunu bulur. Hikâyeler anlatılır, takımyıldızlara mitlerden isimler konur. An'ın içi sonsuzlukla dolar. Bir horoz öter, ince ve berrak; sabahı selâmlar. Âdeta Tolkien'in bana öğüdü bu satırlar.  Umudunu yitirme, güneş karanlıkta doğar. Mumun görevi yanmaktır; yine de bir canı olsa, yanarken canı yanar. Kendimi muma benzetiyorum. Yazdıklarım işte bu yüzden var. 

Söylenecek bir şey varsa söyledim!











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meleğin Hüznü

         Kahramanımız nereye gitse güneş orada batardı. Çanlar onun için çalar; Lilium, ezgisini söylerdi. Artık Haziran'da ölmek daha bir kolaydı. Eylül, yokuşu çıkarken yorulur ve geçmez olur, zaman 17'de dururdu.      Neyi kaybettiyse bu hayatta, peşindeki melek onun için ağlardı. Binlerce yıldır ağlardı! Gözyaşları; müzik ve notalar, yağlı boyalarla tablolar olup akardı. Ardından ağıtlar yakardı. Mırıldanıp bir şeyler söylemeye çalıştıkça nefesi kuzey rüzgarlarına karışırdı. O da alışırdı elbet; acının tüm tayflarında sızıyan bir yüreği olmasa... Çekip gider, hayata karışırdı. Şu göklerin altında söylenebilecek bir kudretli kel â m olsa bulacaktı. Neyse kaybettiği, getirip yerine koyacaktı. Oysa sonsuzluğun treninde ona kesilen bilet, yoksunluğun illetiyle imgeleniyordu. Mazlumunun adını Sükut koydu.     Meleğin aksine kahramanımız hiç ağlamazdı. Gri gözleri kanlanır ama yaşlar akmazdı. Dingin yüzünde bir tebessüm olduğu bile söylen...

Sıradan

          Tüm muharebelerini kaybetmiş bir amiralin son kurşunu bu kelimeler. Bir insan kaç savaşta yenilebilir ki? İşte ben o kadar yenildim sana. Ah, hadi ama... Böyle bir cümlenin geleceğini sen de tahmin ediyordun, değil mi? Ezberlemiş olmalısın artık beni. İyice tanıyorsun, bir virtüözün enstrümanını tanıdığı gibi. Ve çoktan fark etmiş olmalısın aslında yitirdiğimi kelimeleri. Söyleyecek pek bir sözüm kalmamış geriye; birkaç süslü cümle ve biraz kafiye, o kadar! Sanki yine sarhoşum ve seni yazmak için bir bahane bulmuşum. Bir yerden ilham gelmiştir nasılsa, tanıdık bir müzik çalınmıştır kulağıma. Ne var bunda? Yazmak istiyorum, anlasana! [Yazasım Var #5] Ben bugün bile hâlâ otuzumda, seni düşünürüm her ayın dokuzu nda. Kafiyeler yazma çabam, onların güzel olduğuna dair batıl bir inançtan ibaret. Çünkü sen de güzelsin. Seni yazmak demek, süpernovaya dönüşen yıldızları yazmak gibidir. Çünkü bulutsular da güzeldir. Yazdıklarımı anlamaları için astron...

Anısına

      Bu, dünyada yazılmış en iyi ve en harika blog: Anısına.      Uzun zaman önce bir gece vakti kardeşim Semih ve ben, Ayvacık’tan Saray'a dönüyorduk. Uzun ve sessiz yolda bizden başka kimsecikler yoktu. Bütün gün alkol içmenin bize verdiği yetki ve yolun ıssızlığıyla birlikte; o gece o yoldaki -hatta belki de koca evrende- en gürültülü iki varlık bizdik.      Sonra birdenbire, yolun ortasında parıldayan bir ışık belirdi. Işık, sanki gözümüzün önündeki gerçeklik perdesinin yırtılması sonucu başka bir boyuta açılan ince bir çizgiden sızıyordu. Sonra çizgi büyüdü ve genişledi, gözlerimiz tamamen ışığın ihtişamına büründü. Açılan geçidin içinde bir siluet belirdi ve bizi o büyülenme halinden gerçeğe döndürdü. Sivri dişleri, kıvrımlı boynuzları ve kırmızı gözleriyle karşımızda Şeytan dikiliyordu.      Ve bize dedi ki: "Hemen şimdi, burada, bana dünyanın en iyi blogunu yazın! Yoksa ruhlarınızı yerim."      Donup kal...