Ana içeriğe atla

11 Mayıs Öyküsü #4

Bir önceki bölüm için tıklayın.

Esin, en yakın arkadaşı olan Nazlı'yı da çağırmıştı mekana geçerken. Rüzgar yalnız kalmasın, Esin yeni tanıştığı kızla konuşmaya çalışırken onlar da muhabbet etsinler diye. Nazlı geleli yarım saat kadar olmuştu, Rüzgarla muhabbetleri iyice kaynaşmıştı. Ama gecenin beklenen misafiri hala ortalarda yoktu. Endişe git gide artıyordu. Ben bir sigara içeceğim diyerek yalnız bıraktı karşı karşıya oturmuş iki kişiyi. Nazlı ve Rüzgar birbirlerini henüz bir aydır tanıyorlardı. Esin'in çözümlemesine göre Nazlı, Rüzgardan hoşlanıyordu. Ama bu konuda henüz kimseye tek kelime etmemişti. Zaten gecenin konusunun aşk olmasının da yardımıyla masada konuşulan konu hemen aşk'a gelmişti. Daha yarım saattir oturuyor olmalarına rağmen üçüncü birasını bitiren Rüzgar, boş şişeyi sallayıp yenisini istemişti.

"Niye içiyorsun bu kadar? Aşık mısın sen de?"

"Aşk mı? Aşk diye bir şey yok ya."

"Hiç aşık olmadın mı?"

"Olmadım, olmam da. Sen?"

Rüzgar'ın bu şekilde konuşuyor olması Nazlı'nın biraz hevesini kırmıştı. Geçen her dakikada hevesi daha da kırılan Esin gibi. Mekanın kapısından çıktı ve sokağın kalabalığına bir göz attı. Cebindeki paketi çıkardı, bir sigara yaktı. Sigarasını yakmak için çaktığı çakmak aynı zamanda bir düşünceyi de ateşlemişti. "Gelmeyecek!" Zaten ne bekliyordu ki? Adını bile sormayı akıl edemediği kızın, hiç tanımadığı birinin partisine gelmesini mi? Ne kadar aptalca. Kendini suçluyordu. Bu kadar zayıf olduğu için kendine kızıyordu. Göğsünü ağır ağır şişirerek bir nefes çekti içine. O kadar gürültünün arasında sanki sigaranın yanan ucundan gelen çıtırtıları duyduğunu düşünüyordu. O ses, az da olsa Esin'i rahatlatıyordu. Ciğerlerine dolan duman kanına karıştı. Az önce sigaranın ucunda olan dumanı şimdi tüm hücrelerinde hissediyordu. Uzun zamandır içtiği hiçbir sigara beynini bu kadar uyuşturmamıştı. Zaten yıllardır uyuşturulmaya ihtiyacı olacak kadar bir acı duymamıştı.

O sırada garsonun getirdiği birasını dikip bir ağız dolusu köpürmüş birayı mideye indirdi Rüzgar. Nazlının cevabındaki tavrı sezebiliyordu.

"Ben de olmam."

Bu tavır aslında biraz da hoşuna gitmişti Rüzgar'ın. Sen olmazsan ben de olmam, kendini bir şey sanma diyordu sanki çocuk gibi. Bu da onu çok sevimli kılıyordu.

"Hiç mi aşık olmadın?" diye sordu Rüzgar.

"Oldum bir kere." O neşeli halinden eser kalmamıştı. Belli ki canı çok yanmış diye düşündü Rüzgar. Nazlı devam etti konuşmasına önündeki yarım bardağa bakarak.

"Aşk bence üç aşamalı bir şey. Esin'in bu kıza aşık olması mesela, birinci seviye. Hiç tanımadığın birine karşı hissedebileceğin en büyük duydu. Onu düşünmekten uyuyamazsın falan. Onun daha azı zaten hoşlantıdır, aşk değil. Aşk çok güçlü, bir anda parlar. Saman alevine benzetiyorum aşkı. Bir anda yanar, ortalığı birbirine katar. Ama hiç olmamış gibi de söner gider. Isınmak için saman yakmazsın, bir enerji vermez. Tek olayı o bir anlık parlama."

Kızın anlattıklarına katılırcasına başını hafif hafif yukarı aşağı sallıyordu Rüzgar. Aşka inanmama sebebi buydu belki de onun. Geçici bir şey olamazdı aşk.

Sokağın başında sarı saçlı bir kızı gördüğünde Esin'in kalbi duracak gibi olmuştu. Birkaç salise içinde onun beklediği kişi olmadığını fark ettiğinde heyecanın yerini hayal kırıklığı almıştı. Bütün vücuduna pompalanan adrenalini bastırmak için bir ciğer dolusu duman daha çekti içine ve kafasını yukarı kaldırıp, gözlerini yıldızlara kilitledi. Nefesini tuttuğu bir süre boş boş gökyüzüne baktıktan sonra yavaş yavaş üfledi dumanı.

Nazlı, konuşmasını bölmeden devam ediyordu...

"İkinci seviye, sevgi. O saman alevi bir işe yarar da bir şeyleri tutuşturmayı başarırsa o aşk, sevgiye dönüşür. Ve sevgi daha güçlüdür bu herkesin aşk dediği şeyden. Aşk geçer gider. Sevgi öyle kolay bitebilen bir şey değil."

Aşkla alakası olmasa da, sevdiği insanları düşünmeye başlamıştı Rüzgar. Arkadaşlarını, ailesini, O'nu...

"Aşık olmadım diyorsun ama birilerini sevmişsindir?" diye sordu Nazlı.

"Sevdim." diye yanıtladı sadece.

"Sevgiden daha da güçlü bir şey var ama. Aşk. Bu, sevginin ötesinde olan aşk. Bu üçüncü seviye. Eğer ingilizce olsaydı bundan 'The Aşk' diye bahsederdim. Birine karşı hissettiğin o sevgi öyle büyür ki içinde, öyle alışırsın ki o sevgiye. Artık onsuz olamayacak gibi gelir. Öyle ilk seviyedeki aşk'ın hissettirdiği 'onsuz yaşayamam' gibi aptal bir çaresizlik hissi değil bu bahsettiğim. Onsuz yaşayabileceğini bilirsin ama nasıl yaşayacağını düşünmek bile istemezsin."

"Öyle aşık oldun mu hiç?

"Hayır olmadım. Bu yüzden bu evre benim için de biraz teori, tahmin ediyorum sadece."

"Bir gün olursun belki." Dedi Rüzgar, hafifçe gülümseyerek. Bir başkasını kastederek bunu söyleyen Rüzgar'a epey sinirlenen Nazlı bir soru daha sordu.

"Sen niye hiç aşık olmayacağını düşünüyorsun?"

"Bilmem." Dedi Rüzgar yine yalan söyleyerek. O'nu düşünüyordu. Bir araya gelseler bile asla yürütemeyecekleri bir ilişki. Onunla olmayacaksa, başkasıyla da olsun istemiyordu. Nazlı'nın ondan hoşlandığını fark etmişti, güzel de bir kızdı ama Rüzgar hala eskiden kalan bir hikayeyi bitirememişti. Her gün olmasa da onu hala görüyor ve bu onun içine derin bir acı veriyordu. Sokaklarda dolaşıp ağlayacak kıvama geldiği bile olurdu bu yüzden. Rüzgar'ı sorudan kurtaran Esinin gelip masaya oturması oldu.

"Yok mu kız?" Diye sordu hemen, konuyu değiştirmek için. Esin bir şey söylemedi. Nazlı "Önemli bir işi çıkmıştır, hemen üzülme." diye teselli etti. Belki de tek ihtiyacı olan azıcık iyi yönünden düşünmekti. Rüzgar lafa girdi.

"Niye üzülecekmiş? Tanımıyor bile kızı. Gelirse sevinsin, gelmiyor diye üzülmesin ama çok saçma."

Hak verircesine kafasını yana eğdi Esin, gözleri dalıp gitmişti.

"Niye öyle diyorsun ki?" diye çıkıştı Nazlı. "Önemli belli ki Esin için. Sen ona bakma. Hem moralini de bozma işi çıkmıştır bir şey olmuştur belki geç kalmıştır, erken gelmek istememiştir belki."

Kızı bekleyerek geçirdikleri iki saat boyunca karşısında oturan iki yazarın aşk üzerine konuşmalarını ve Esin'in kızı tasvir edişlerini dinleyen Rüzgar kör kütük sarhoş olmuştu. Gece boyunca espriler yapıp durdu, hatta sarhoşluğu yüzünden eve yürüyemeyecek duruma geldiğinden taksiyle dönmek zorunda kaldıklarına, takside bile şakalarına devam etmişti. Esin bir yandan, Nazlıya katılıp Rüzgar'a gülüyor bir yandan da taksiciye rezil olduk diye utanıyordu. Esin'in evine vardıklarında Nazlının daha gidecek yolu vardı bu yüzden o ve Esin Rüzgar'ı arabadan indirmeye çalışırken taksici de onu bekliyordu. Rüzgar'ın ayakta durabildiğinden emin olduktan sonra Nazlı, Esin'e doğru yöneldi ve kızın gelmemesiyle ilgili tesellilerine devam etti. Kendini üzmemesi gerektiğini söylüyordu. Bu sırada Rüzgar açık olan ön sağ camdan taksiciye doğru eğildi ve yıllardır aldığı tüm o şan eğitimlerinin hakkınını vererek sesini mükemmel bir ustalıkla değiştirdi. Taksicinin hayatı boyunca duyduğu en kalın ve kararlı ses tonuyla konuştu. Onları taşıdığı süre boyunca şaklabanlıklar yapan adamdan geriye eser kalmamıştı. Bir an için tüm o sarhoş hareketlerinin bile bir numara olduğunu düşünen taksici nefesini bile veremeden dinledi.

"Evi 10 dakika uzaklıkta. Eğer 10 dakika sonra beni aramaz ve evde olduğunu söylemezse, 11. dakikada senin için geliyor olurum." Çoğu kişinin gözünden kaçabilecek detaylara dikkat etme alışkanlığı sayesinde taksici hakkında edindiği bilgiyi de paylaşması bu sözünü daha etkili kılıyordu. Çünkü taksicinin yüzü en çok Rüzgar'ın ağzından kendi ismini çıktığında değişmişti. Rüzgar adamı korkuttuğu için utanmıyordu çünkü televizyonlarda son zamanlarda duydukları haberlerden oldukça rahatsızdı. Nazlı ile vedalaştılar ve taksicinin "Hadi abla bin de bırakayım evine hayırlısıyla bir an önce." demesi üzerine kız arabaya bindi. Araç geldikleri yöne doğru geri geri sokağın başına kadar çıktı ve ana caddeye ulaşıp kendi yoluna devam etmek için gözden kayboldu. Tam o sırada sokağın başında bir silüet belirdi.

Sokak lambasının altından geçerken onun kim olduğunu anlayan Esin, o tarafa doğru birkaç adım attı...









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sıradan

          Tüm muharebelerini kaybetmiş bir amiralin son kurşunu bu kelimeler. Bir insan kaç savaşta yenilebilir ki? İşte ben o kadar yenildim sana. Ah, hadi ama... Böyle bir cümlenin geleceğini sen de tahmin ediyordun, değil mi? Ezberlemiş olmalısın artık beni. İyice tanıyorsun, bir virtüözün enstrümanını tanıdığı gibi. Ve çoktan fark etmiş olmalısın aslında yitirdiğimi kelimeleri. Söyleyecek pek bir sözüm kalmamış geriye; birkaç süslü cümle ve biraz kafiye, o kadar! Sanki yine sarhoşum ve seni yazmak için bir bahane bulmuşum. Bir yerden ilham gelmiştir nasılsa, tanıdık bir müzik çalınmıştır kulağıma. Ne var bunda? Yazmak istiyorum, anlasana! [Yazasım Var #5] Ben bugün bile hâlâ otuzumda, seni düşünürüm her ayın dokuzu nda. Kafiyeler yazma çabam, onların güzel olduğuna dair batıl bir inançtan ibaret. Çünkü sen de güzelsin. Seni yazmak demek, süpernovaya dönüşen yıldızları yazmak gibidir. Çünkü bulutsular da güzeldir. Yazdıklarımı anlamaları için astron...

Anısına

      Bu, dünyada yazılmış en iyi ve en harika blog: Anısına.      Uzun zaman önce bir gece vakti kardeşim Semih ve ben, Ayvacık’tan Saray'a dönüyorduk. Uzun ve sessiz yolda bizden başka kimsecikler yoktu. Bütün gün alkol içmenin bize verdiği yetki ve yolun ıssızlığıyla birlikte; o gece o yoldaki -hatta belki de koca evrende- en gürültülü iki varlık bizdik.      Sonra birdenbire, yolun ortasında parıldayan bir ışık belirdi. Işık, sanki gözümüzün önündeki gerçeklik perdesinin yırtılması sonucu başka bir boyuta açılan ince bir çizgiden sızıyordu. Sonra çizgi büyüdü ve genişledi, gözlerimiz tamamen ışığın ihtişamına büründü. Açılan geçidin içinde bir siluet belirdi ve bizi o büyülenme halinden gerçeğe döndürdü. Sivri dişleri, kıvrımlı boynuzları ve kırmızı gözleriyle karşımızda Şeytan dikiliyordu.      Ve bize dedi ki: "Hemen şimdi, burada, bana dünyanın en iyi blogunu yazın! Yoksa ruhlarınızı yerim."      Donup kal...

Necronomicon

Daha önce hiç söylenmemiş ne söyleyebilirim?       Çok yorgunum. Ve çoktan kayboldum. Artık ilhamımı da yitirdim sanırım.  Yaşamak falan da istemiyorum. Karanlık bir çukur var içimde, evrendeki en ağır nesne. Işığımı yutar, beni çeker içine. Sonsuza kadar sürüklenir, atomlarıma kadar ezilirim. Bugün yine griyim. Koca bir hayat boyunca yaşadıklarımı küçücük bir hisse sığdırıp nasıl tarif edeyim? Bu yüzden belki de susmak en iyisi. Çünkü ne kadar konuşsam o kadar anlamayacaksın beni. Yine de anlatmak geliyor içimden sana, ne yapayım? Seni yazmak bir çeşit nekromansi.       Yokluğuna dayanamayıp devrilir tümcelerim. Öyle olmasa, yani sen olsan, o zaman ben bile mutlu olabilirim. Dünya acılarla dolu bir yer olmaktan çıkar; yaşamak bundan böyle sadece ıstırap değil. Senden çocuğum olsun isterim. Adını Yaz koyarım. Adını içimdeki karanlığa doğan güneşten alır. O doğduğunda gün doğar; ışık olur. Bak gördün mü, artık yaşamamın bir anlamı var! Ölmeyi...