Ana içeriğe atla

Anısına

 
    Bu, dünyada yazılmış en iyi ve en harika blog: Anısına.

    Uzun zaman önce bir gece vakti kardeşim Semih ve ben, Ayvacık’tan Saray'a dönüyorduk. Uzun ve sessiz yolda bizden başka kimsecikler yoktu. Bütün gün alkol içmenin bize verdiği yetki ve yolun ıssızlığıyla birlikte; o gece o yoldaki -hatta belki de koca evrende- en gürültülü iki varlık bizdik.

    Sonra birdenbire, yolun ortasında parıldayan bir ışık belirdi. Işık, sanki gözümüzün önündeki gerçeklik perdesinin yırtılması sonucu başka bir boyuta açılan ince bir çizgiden sızıyordu. Sonra çizgi büyüdü ve genişledi, gözlerimiz tamamen ışığın ihtişamına büründü. Açılan geçidin içinde bir siluet belirdi ve bizi o büyülenme halinden gerçeğe döndürdü. Sivri dişleri, kıvrımlı boynuzları ve kırmızı gözleriyle karşımızda Şeytan dikiliyordu.

    Ve bize dedi ki: "Hemen şimdi, burada, bana dünyanın en iyi blogunu yazın! Yoksa ruhlarınızı yerim."

    Donup kaldık ve birbirimize baktık. İkimizin de gözlerinde tek bir kararlı ifade vardı. Aynı anda cevap verdik: "Anlaştık!"

    Ve aklımıza gelen ilk şeyi yazmaya başladık. Öyle bir yazı oldu ki, dünyanın en iyi bloguydu. Evet, o gece dünyanın en iyi blogunu yazdık!

    Okuru daha ilk cümleden yakalayan güçlü bir giriş ve edebiyat parçalayan bir ilk paragraf... Tıpkı şaheserlere yakışacak şekilde! Bu güçlü etkiyi unutturmak için yumuşak bir geçiş ve tekrar yükseliş... Göz kırpışın ve nefes alışın gibi, göğsünün yükselip alçalması ve kalbinin atışı... Sonunda tüm vücudunu kasıp hazır olmalısın çünkü başyapıtların hepsi seni nirvanaya ulaştırır!

    Her yüz bin yılda bir yıldızlar dizilir ve gezegenler sıralanır. Her şey tam da olması gerektiği yerde ve zamandadır. İşte bu senin kaderindir. Güneş yeniden doğacak ve çiçekler tekrar açacak. Yaşayacağız!

    Söylemeye bile gerek yok, canavar afallamıştı. Kuyruğunu bir kırbaç gibi şaklatıp savunmaya geçti. Şeytan'ı dize getirmiştik. Tereddütle sordu: "Yoksa siz melek misiniz?" 

    Dedik ki: "Hayır! Biz yazarız!"

    Yaz!

    Yaz, yaz, dünyadaki en iyi blogu yaz! Ama hayır, bu sadece onun anısına. Dünyanın en iyi blogunu hatırlamıyorum, bu sadece bir anı. Bu, dünyadaki en iyi blogun anısı. Ah, dünyadaki en iyi yazıydı evet! Yazılmış en muhteşem yazı!

    Üstelik işin ilginç yanı şu dostlarım; kaderin bir cilvesi olan o gecede yazılan blog aslında bu yazıya hiç benzemiyordu. Bunun onunla alakası bile yok. Bu, sadece onun anısına yazıldı. Keşke orada olsaydınız ve kendiniz okusaydınız. Okuyun isterdik çünkü o gece yazdıklarımız tüm evrende yankılandı. Tanrı bile beğendi ve bizi Şeytan'dan kurtardı. Bana inanmalısınız, bunlar gerçekten yaşandı!

    Bu sıradan bir blog değil; bu, dünyada yazılan en iyi blogun anısına yazıldı!








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Necronomicon

Daha önce hiç söylenmemiş ne söyleyebilirim?       Çok yorgunum. Ve çoktan kayboldum. Artık ilhamımı da yitirdim sanırım.  Yaşamak falan da istemiyorum. Karanlık bir çukur var içimde, evrendeki en ağır nesne. Işığımı yutar, beni çeker içine. Sonsuza kadar sürüklenir, atomlarıma kadar ezilirim. Bugün yine griyim. Koca bir hayat boyunca yaşadıklarımı küçücük bir hisse sığdırıp nasıl tarif edeyim? Bu yüzden belki de susmak en iyisi. Çünkü ne kadar konuşsam o kadar anlamayacaksın beni. Yine de anlatmak geliyor içimden sana, ne yapayım? Seni yazmak bir çeşit nekromansi.       Yokluğuna dayanamayıp devrilir tümcelerim. Öyle olmasa, yani sen olsan, o zaman ben bile mutlu olabilirim. Dünya acılarla dolu bir yer olmaktan çıkar; yaşamak bundan böyle sadece ıstırap değil. Senden çocuğum olsun isterim. Adını Yaz koyarım. Adını içimdeki karanlığa doğan güneşten alır. O doğduğunda gün doğar; ışık olur. Bak gördün mü, artık yaşamamın bir anlamı var! Ölmeyi...

Bohem Yalnızlığı

    Sen yaz düşüsün çocukluk aşkı. Gecesi başka; fezadaki yıldızların her biri, sana giden yollarda ekmek kırıntısı. Bir meltem eser, yahut burnumda ıhlamur ağaçlarının kokusu. Hikâyeler bana seni anımsatır, kahramanları sen. Nasıldı o şiir söyle; bir şehir gider benden sen gidersen...      Gündüzü başka, şarkılar seni hatırlatır. Kimse bilmez gerçeği, aşk bu yüzden Fransızca'dır. Siyah beyaz ve elegant. Sen yapbozun kayıp parçası, saklanan bir paskalya yumurtası. Biraz da alıngan. Kirpiklerine söyle kırpılmasınlar, canımdan edecekler beni canımdan.     Sabaha karşı kalem bırakır bileklerim. Gün doğmadan uyuman gerek, tan ağarsa uyuyamazsın. Tüm kalelerim zapt edilir, ordularım dağılır. Teslim olurum sana bilfiil, harap ve bitap. Seni sevmek vatan müdaafasıdır. Bense kuvva, sen eşkıya diyeceksen isyan etmem mi sandın? Ah o incecik dudakların olmasa seni görürdüm. Ya istiklâl mücadelesi verirdim uğrunda, ya ölürdüm!       Seni özgürc...

Pazar Kahvaltısı

      Hâyâllerimi inşa ettiğim yer burası; ve özümün şekillendiği... Gittiğim en uzak mesafeleri bile buraya göre ölçerim hâlen. Çünkü bu yer dünyamın merkezi. Beni son tanıyan büfeci de öldüğünde kapanmış dükkânı. Sürdürebileceğim sadece nostaljik bir romantizm. Göz alıcı sokak lambalarının altına yağmur çiser, sabahları ufuklarına sisler çöker. En beklemediğim anda hatıranla karşılaşırım.      Yollar da çehresiyle birlikte değişir şehrin. Biraz da çirkinleşir tabii, sanki dünyanın en güzel yeriymiş gibi. Ah, siz onu bir de benim gözlerimle görseydiniz! Gözlerim mi daha gençti yoksa başımdaki kavak yellerinden mi? Aralık sonunda, eski sevgili, sokaklarına yaz 'ı getirirdi. Ailecek oturulup bir pazar kahvaltısı edilirdi. Ben, seni hep daha çok severdim! Sen bana bunları yazdırabileceğini bilmezdin. Bir zamanlar burası kendimi ait hissettiğim bir yerdi. Artık o kişiye benzemiyorum dahi.     Yarım kalan tüm yazılarımın devamı bu. Şehrin sokaklarında...