Ana içeriğe atla

Yanalım Diye


       İçimde ağlamak biriktiririm. Nefesimi tutmak gibi; büyüdükçe büyür, zamanla ağırlaşır. Taşıyamam artık, o ağlamak nefesime karışır. Anılar bile bir anının içindedir artık. Sevmek, kitaptaki bir tanımdan ibaret. Hayal et, nasıl da yazardın geceler boyu. “Edebiyat parçalardın” giriş paragraflarında. Eski fotoğraflarında gülümserdin her zaman, sanki hep mutluymuş gibi. Hayat bir yanılsama. Ne sebep oldu binlerce kilometre uzaklara uçmana?
               
Ah, hayat daha basitti elbette bir zamanlar. Kaç farklı kelime kullandığının önemi yoktu; ne bir eksik, ne bir fazla. Tümcelerinde yüklemlerin olmamasını umursamazdın. Cümlelerini inatla devrik kurardın. Olmayan okurlarını etkilemeye çalışmazdın. İlham gelirse yazardın; her zaman gelirdi. Sağ olsun hiç gitmezdi. Gelmiyorsa sen ona giderdin. Soğukta tir tir titrerdin. Sokakta bağırarak şiirler yazardın. Sokaktaki en aptal çocuk sendin. Yine de seni severlerdi. Belki. Biraz...
               
Hangisi daha güzeldir dersin? Unutulmak mı, hiç var olmamak mı? Tuzak sorulara cevap vermek âdetim değildir; sen de verme. Yine her şeyi bildiğimiz gibi yapalım. Bir kâğıt çıkarıp onunla karanlığa ateş yakalım. Önümüzde duran bilgisayarda dijital bir sayfa açalım, tuşlara basalım. Ya da kalem tutalım. Kâğıda değen karbon, o ateşe kömür olsun. Yazdıklarımızı yakalım. Ne istersek yazalım. Sonuçta, benim yine yazasım var! [Yazasım Var #4]
               
Hatırla ne kadar da güzeldi estetik kaygısı gütmeden dümdüz yazmak. Sözüm ona üslubun henüz yokken. Kafiyelerden önce. Geceleri, karanlıkta yazarken. Şimdi önce bana beğendirmen gerekiyor yazdıklarını, sonra “okurlarına.” Artık dikkat ediyorsun eskiden gurur duyarak yaptığın yazım yanlışlarına. “Aman Feyza okursa!” diyorsun, sanki yazdıkların Feyza’nın çok da umurunda.
               
Sen de yaşlanıyorsun b’oğlum. Siz etten ve kemikten olanlar buna ne diyordunuz kendinizi avutmak için? Heh, “olgunlaşmak” doğru. Saçlarındaki beyazlar daha bir elin parmaklarını geçmemiş olsa da, bıraktın artık onlara isim koymayı. Yoruldun belki de Eylül’ü beklemeyi. Unuttun yazmadığın tüm yazılarını. Hatırlamıyorsun onlara koyacağın başlıklarını. Boşuna mı biriktiriyorum içimde onca ağlamayı? Neden bir ciğer dolusu nefesle körüklüyorum sence ateşi? Yakalım diye...

Yanalım diye!



Yorumlar

  1. Çok garip. Benim için bir silüet gibiydin, vardın ama yoktun, hiç olmadın. Seni kafamda biçimlendiriyordum, etini, elini ayağını zihnimde kelimelerinle çiziyordum, bundan şikayetçi de değildim ve aksine son derece zevkliydi. Şimdi kelimeleri benden alıp, işi hayal gücüme devrettin farkında olmadan ve benim puzzle parçaları gibi seni toplama, içinden bir şeyleri kavrama çabam henüz yeni başlamış sayılırdı. Her yazından bir özüt katacaktım ideamdaki sen boşluğuna, sanıyorum artık mümkün gözükmüyor. Neden kaldırdın yazılarını, birkaç gündür sebebi üzerine düşünüyorum. Estetik kaygısı mı? Yaptığın kafanın içinde dalga dalga boğuşan, birbirine giren düşünce ve fikir okyanusuna ucundan bir yerinden geçit açıp onu sayfalara dökmek değil de ne? Biçimsel açıdan mükemmelliyeti yakalama kaygısı yazıdakı düşünsel cılızlığı örtmenin getirdiği bir kaygı zannediyorum ve senin buna ihtiyacın olmadığı aşikar. Ya da belki sadece Feyza'ların psikolojine empoze ettiği komplekslerin ördüğü duvardır. Bilmiyorum, önemli de değil. Amacım seni deşeleyeni deşmek değil ortadan kaldırabilme adına ufak bir yankı olmak.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten çok garip, değerli okurum. Bunu söylemek bile garip geliyor bana. Çünkü, takip ediyorsan eğer senin de bileceğin üzere, "okur" benim için kütlesiz hacimsiz biridir aslında. Yoktur bir nevi. Ama o kütlesiz-hacimsiz nokta bir vücut bulmuş ve bana "yazılarını neden kaldırdın?" diye soruyor. Bunun benim için önemini tahmin edebilir misin, bilemiyorum. Yorumunu dikkatle ve defalarca okudum. Bana verdiği mutluluk, şu an aldığım olumsuz, çok olumsuz bir haberin verdiği mutsuzluğa rağmen beni ayakta tutabiliyor. Bunun için sana teşekkür etmekten başka bir şey gelmiyor elimden.

      Yazılara gelecek olursak, kendimce bir sebepten dolayı yazılarımı kaldırsam da tekrar yayınlıyorum, hepsini de yayınlayacağım. Yeni yazılarla da birlikte. Tabii bu yeni yazıları da; önce kendime, sonra sana ve "okurlarıma" beğendirmeye çalışacağım. Feyza okursa diye bir endişe duyacağım. Yani dil kurallarına olabildiğince dikkat etmeye çalışacağım.

      Öyle bir dönemde yaptın ki bu yorumu, sanıyorum Feyza Hepçilingirler yazımı okusa ve beğense ancak bu kadar sevinebilirdim. Ben yazmaya devam edeceğim okur, senin de okumaya devam etmen dileğiyle...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Necronomicon

Daha önce hiç söylenmemiş ne söyleyebilirim?       Çok yorgunum. Ve çoktan kayboldum. Artık ilhamımı da yitirdim sanırım.  Yaşamak falan da istemiyorum. Karanlık bir çukur var içimde, evrendeki en ağır nesne. Işığımı yutar, beni çeker içine. Sonsuza kadar sürüklenir, atomlarıma kadar ezilirim. Bugün yine griyim. Koca bir hayat boyunca yaşadıklarımı küçücük bir hisse sığdırıp nasıl tarif edeyim? Bu yüzden belki de susmak en iyisi. Çünkü ne kadar konuşsam o kadar anlamayacaksın beni. Yine de anlatmak geliyor içimden sana, ne yapayım? Seni yazmak bir çeşit nekromansi.       Yokluğuna dayanamayıp devrilir tümcelerim. Öyle olmasa, yani sen olsan, o zaman ben bile mutlu olabilirim. Dünya acılarla dolu bir yer olmaktan çıkar; yaşamak bundan böyle sadece ıstırap değil. Senden çocuğum olsun isterim. Adını Yaz koyarım. Adını içimdeki karanlığa doğan güneşten alır. O doğduğunda gün doğar; ışık olur. Bak gördün mü, artık yaşamamın bir anlamı var! Ölmeyi...

Bohem Yalnızlığı

    Sen yaz düşüsün çocukluk aşkı. Gecesi başka; fezadaki yıldızların her biri, sana giden yollarda ekmek kırıntısı. Bir meltem eser, yahut burnumda ıhlamur ağaçlarının kokusu. Hikâyeler bana seni anımsatır, kahramanları sen. Nasıldı o şiir söyle; bir şehir gider benden sen gidersen...      Gündüzü başka, şarkılar seni hatırlatır. Kimse bilmez gerçeği, aşk bu yüzden Fransızca'dır. Siyah beyaz ve elegant. Sen yapbozun kayıp parçası, saklanan bir paskalya yumurtası. Biraz da alıngan. Kirpiklerine söyle kırpılmasınlar, canımdan edecekler beni canımdan.     Sabaha karşı kalem bırakır bileklerim. Gün doğmadan uyuman gerek, tan ağarsa uyuyamazsın. Tüm kalelerim zapt edilir, ordularım dağılır. Teslim olurum sana bilfiil, harap ve bitap. Seni sevmek vatan müdaafasıdır. Bense kuvva, sen eşkıya diyeceksen isyan etmem mi sandın? Ah o incecik dudakların olmasa seni görürdüm. Ya istiklâl mücadelesi verirdim uğrunda, ya ölürdüm!       Seni özgürc...

Pazar Kahvaltısı

      Hâyâllerimi inşa ettiğim yer burası; ve özümün şekillendiği... Gittiğim en uzak mesafeleri bile buraya göre ölçerim hâlen. Çünkü bu yer dünyamın merkezi. Beni son tanıyan büfeci de öldüğünde kapanmış dükkânı. Sürdürebileceğim sadece nostaljik bir romantizm. Göz alıcı sokak lambalarının altına yağmur çiser, sabahları ufuklarına sisler çöker. En beklemediğim anda hatıranla karşılaşırım.      Yollar da çehresiyle birlikte değişir şehrin. Biraz da çirkinleşir tabii, sanki dünyanın en güzel yeriymiş gibi. Ah, siz onu bir de benim gözlerimle görseydiniz! Gözlerim mi daha gençti yoksa başımdaki kavak yellerinden mi? Aralık sonunda, eski sevgili, sokaklarına yaz 'ı getirirdi. Ailecek oturulup bir pazar kahvaltısı edilirdi. Ben, seni hep daha çok severdim! Sen bana bunları yazdırabileceğini bilmezdin. Bir zamanlar burası kendimi ait hissettiğim bir yerdi. Artık o kişiye benzemiyorum dahi.     Yarım kalan tüm yazılarımın devamı bu. Şehrin sokaklarında...