Ana içeriğe atla

Tekvin

       
     Her şeyi unuttuğum andan itibaren seni aradım zamanda. Zaman da böyle başladı zaten; hepsinden önce sen varken, evren henüz yaratılmamış ve sen benden ayrılmamışken. Önce ışık oldu ve ben seni ışıkta aradım. Işıkların en güzeli gözlerini bulamadım ne gündüz ne gecede. Aklımda kısılıp kalmış görüntünü bulmaya çalıştım yaratılmış her şeyde. Onlara isim verdim ve seni o kelimelerde aradım. Kelimelerin en güzeli adın, gizlenmiş olmalıydı sayfalardan birinde. Ne dizelerimdeydi oysa ne bir hecede.

     Neden sonra seyahatlerime başladım, varlıkların en yücesi insana melekleri diz çöktürdükten sonra. İblis akıllarına girince ve onlar bilgi ağacının meyvesini yeyince... Cennetimden ayrıldım seni bulmak için. Seni yeniden öpmek için, ırmaklardan akan şaraplar gibi dudaklarından. Ah, dudaklarının tadını nerden bilebilirim ki?

     Takım yıldızları dolaştım. Prensesler, avcılar ve gezginlerle tanıştım benim gibi. Yalnız, senin gibi değil asla. Senin gibi birine hiç rastlamadım. Gezegenleri terk ettim birbiri ardına, inci gibi bir yıldızın, bazen iki, çevresinde dönen gezegenleri. Yıldızlar büyük ve kızıldı kimi zaman, bazen masmavi... Ne sıcak çöl gezegenlerindeydin ne soğuk ve donuk olanlarda. Yeşil gökyüzüne sahip bir gezegende de yoktun, menekşe rengi bir günbatımında da. Ne bir tapınak bulabildim senin adına dikilmiş ne de bir anıt. Sorduğum her soru için bir tek sendin alamadığım yanıt. Zaman daha da geçti, bir mite dönüştüm ben ve sen bir efsaneydin artık.

     Yıldız tozları ve bulutsuların arasında kayboldum en sonunda. Boşlukta süzüldüm öylece. Devir daim ettim gök adalarla. Sürüklendim uzaklara, çok uzaklara...


     Küçük, küçücük, soluk mavi bir nokta gördüm beni kendine çeken. O kadar sürüklenmiştim ki boşlukta o maviliği görene dek, kim olduğumu bile unuttum çoktan. Neyse ki ne zaman bir şeyleri unutsam, seni aramaya koyuluyordum yeni baştan. Beni o kadar heyecanlandırdı ki o mavi nokta, aradığımın o olup olmadığını merak etmeye başladım. Yavaşça ona sürükleniyordum, ben yaklaştıkça büyüdü. Git gide büyüdü ve nihayet üzerindeki bir toprağa düştüm.


     Bu, Dünya adında, gündüzleri sıcak geceleri soğuk bir gezegendi. Güneş isimli genç ve küçük sarı bir yıldızı vardı. Kendisi gibi şirin, irili ufaklı pek çok gezegen ile birlikte dönüyorlardı yıldızın etrafında. Diğer gezegenlerin her biri adını mitlerden alıyordu, benim gibi. Ama Dünya değil. Senin gibi...

     Aradığımın burası olduğunu anladım. Burada olduğunu biliyordum. Neredeyse varlığını hissedecektim ilk defa. Ellerin sanki gözlerimin önündeki perdenin ardında, bekliyor tutmamı. Uzansam dokunacakmışım hissiyle kaç defa savurdum havayı dersin? Diğer yarım kürede kasırgalara yol açtım. İnsanlar buna kelebek etkisi diyorlar, hoş, kelebekler bana her zaman seni hatırlatır. Arılar da. Bana seni hatırlatmayan ne var acaba?

     Seyahatlerim boyunca geçen zamanda, bilgi ağacının meyvesini yiyen insanlar çok yol kat etmişlerdi. Oysa ben kaç ışık yılı yol alırsam alayım bir adım bile yaklaşamadım sana. Bilgeliklerine ihtiyacım vardı seni bulmak için. Peşinden gittim öldürülen her bir âlimin, öğretilerini benimsedim yakılan her bir okulun. Tıpkı söz verdikleri gibi, hepsinde sen vardın her nasılsa. Benim için çizilmiş her yolu yürüdüm seni bulmak uğruna.

       Kendini bil dediler, insanı sev dediler, tanrıyı öldür dediler... 

     Tüm dediklerini yaptım. Yine de hiçbiri yaklaştırmadı beni sana. Şiirlerde, şarkılarda sen vardın, çocukların umutlarında sen, yetişkinlerin kaygılarında da. Destanlar da sendin masallar da. Her birinde sen vardın, her yerde sen, yine de benden çok, çok uzaklarda...

     Saydım biliyor musun, bir kez olsun demedin merhaba...

Yorumlar

  1. Bir şarkısı vardı Sezen'in "ben öyle birini sevdim ki, bi' nevi intihardı". Bu yazıyı okuyunca zihnimde o çalmaya başladı. Benim hikayemde de vardı öyle biri. İntiharım oldu, sonum oldu. Bir akşam bir Kadıköy vapurunda onu anımsadım. Benim kalemim yetersizdi. Nasıl şiirsel anlatabilirdim ki? Ama o şairaneydi, her haliyle. Karaladım birkaç satır dedim ki "gözlerini göklerden almış; öyle bir mavi. Denizler kıskanıp birbiriyle yarışmış; öyle bir mavi... Saçlarına güneş değmiş belli. Saçlarını güneş öpmüş besbelli. Göklerin sonsuzluğu muydu gözleri ya da uçsuz bucaksız dipsiz okyanusların asil sessizliği mi? Her neyse o benim hazinemdi. Gözleri sahip olduğum tek hazineydi"... Ben öyle birini sevdim ki; bi' nevi intihardı. Kirpiğine düştüğüm gün ölümüm başladı... Sevgili şair doğum günün ne zaman fark etmez ama iyi ki doğmuşsun. İyi ki yazmışsın. Erken veya geç. Sevildiğin kutladı say.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili okur, beni tarif edilmez bir hüzne boğan bu yorum için mutlu olduğumu söyleyemiycem üzgünüm. Aslında öyle gözükmüyor olsa da bu mutlu bir yazı. Senin de o mutluluğu bulmanı dilerim.
      Not: Belli ki yolu rastgele düşmüş bir okur değilsin ve önceki yazılarımdan görmüş olma ihtimalin var ki, Eylül'den itibaren bütün günler benim doğum günümdür. O yüzden doğum günümü kutladığın için teşekkürler.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Necronomicon

Daha önce hiç söylenmemiş ne söyleyebilirim?       Çok yorgunum. Ve çoktan kayboldum. Artık ilhamımı da yitirdim sanırım.  Yaşamak falan da istemiyorum. Karanlık bir çukur var içimde, evrendeki en ağır nesne. Işığımı yutar, beni çeker içine. Sonsuza kadar sürüklenir, atomlarıma kadar ezilirim. Bugün yine griyim. Koca bir hayat boyunca yaşadıklarımı küçücük bir hisse sığdırıp nasıl tarif edeyim? Bu yüzden belki de susmak en iyisi. Çünkü ne kadar konuşsam o kadar anlamayacaksın beni. Yine de anlatmak geliyor içimden sana, ne yapayım? Seni yazmak bir çeşit nekromansi.       Yokluğuna dayanamayıp devrilir tümcelerim. Öyle olmasa, yani sen olsan, o zaman ben bile mutlu olabilirim. Dünya acılarla dolu bir yer olmaktan çıkar; yaşamak bundan böyle sadece ıstırap değil. Senden çocuğum olsun isterim. Adını Yaz koyarım. Adını içimdeki karanlığa doğan güneşten alır. O doğduğunda gün doğar; ışık olur. Bak gördün mü, artık yaşamamın bir anlamı var! Ölmeyi...

Bohem Yalnızlığı

    Sen yaz düşüsün çocukluk aşkı. Gecesi başka; fezadaki yıldızların her biri, sana giden yollarda ekmek kırıntısı. Bir meltem eser, yahut burnumda ıhlamur ağaçlarının kokusu. Hikâyeler bana seni anımsatır, kahramanları sen. Nasıldı o şiir söyle; bir şehir gider benden sen gidersen...      Gündüzü başka, şarkılar seni hatırlatır. Kimse bilmez gerçeği, aşk bu yüzden Fransızca'dır. Siyah beyaz ve elegant. Sen yapbozun kayıp parçası, saklanan bir paskalya yumurtası. Biraz da alıngan. Kirpiklerine söyle kırpılmasınlar, canımdan edecekler beni canımdan.     Sabaha karşı kalem bırakır bileklerim. Gün doğmadan uyuman gerek, tan ağarsa uyuyamazsın. Tüm kalelerim zapt edilir, ordularım dağılır. Teslim olurum sana bilfiil, harap ve bitap. Seni sevmek vatan müdaafasıdır. Bense kuvva, sen eşkıya diyeceksen isyan etmem mi sandın? Ah o incecik dudakların olmasa seni görürdüm. Ya istiklâl mücadelesi verirdim uğrunda, ya ölürdüm!       Seni özgürc...

Pazar Kahvaltısı

      Hâyâllerimi inşa ettiğim yer burası; ve özümün şekillendiği... Gittiğim en uzak mesafeleri bile buraya göre ölçerim hâlen. Çünkü bu yer dünyamın merkezi. Beni son tanıyan büfeci de öldüğünde kapanmış dükkânı. Sürdürebileceğim sadece nostaljik bir romantizm. Göz alıcı sokak lambalarının altına yağmur çiser, sabahları ufuklarına sisler çöker. En beklemediğim anda hatıranla karşılaşırım.      Yollar da çehresiyle birlikte değişir şehrin. Biraz da çirkinleşir tabii, sanki dünyanın en güzel yeriymiş gibi. Ah, siz onu bir de benim gözlerimle görseydiniz! Gözlerim mi daha gençti yoksa başımdaki kavak yellerinden mi? Aralık sonunda, eski sevgili, sokaklarına yaz 'ı getirirdi. Ailecek oturulup bir pazar kahvaltısı edilirdi. Ben, seni hep daha çok severdim! Sen bana bunları yazdırabileceğini bilmezdin. Bir zamanlar burası kendimi ait hissettiğim bir yerdi. Artık o kişiye benzemiyorum dahi.     Yarım kalan tüm yazılarımın devamı bu. Şehrin sokaklarında...