Ana içeriğe atla

Ayak Üstü

"Çarelerini tüketmiş bir adamın sahte parasını, sahte olduğunu bile bile kabul edecek insanlar vardır." İyiliklerinden mi? Acıma mı? Belki. Sadık, saf bir adamdı. Çenesinden sarkan, yılların attığı tokatlardan ağarmış sakallarını kaşıdı, sigarasını tuttuğu elinin tersiyle. Yukarıdan bakıyordu Cafer'e, kibrinden falan da değil. Cafer ufak tefek, kara kuru bir adamdı.

"Hadi be dayı, boz şu parayı!" dedi bir kez daha; yalvarırcasına, aceleyle. Yılların yorduğu o derin çizgili çirkin yüzünde ne hikayeler saklıyordu daha. Yine hangi hikayenin kurbanı olacaktı Sadık kim bilir! İyi bir adamdı o. Ara sıra insanlara acırdı evet ama Cafer de bu kotayı fazlasıyla aşalı kaç sene olmuştu...

"Cafer aga, geçen verdiğin şaraplar da sirke çıktı bak!" diye azarladı kendinden belki de yirmi yaş büyük adamı. Mahalledeki diğer adamların yaptığı gibi aşağılayıcı bir azarlama değildi ama bu. Kalptendi biraz, daha sıcak, biraz da feryatkâr. O adamın eline o paranın geçmiş olması imkansızdı kime sorsanız. Zaten parayı mor ışığa tutmasına gerek de yoktu ya sahte olduğunu anlaması için. Eskimişti bu oyun artık.

"Şarap satmıyorum sana be aganın, boz şunu hadi! İngen bekliyor bak."

Yine yumuşak karnından vurmuştu, belli ki durum vahim. Yoksa yapmazdı Cafer Aga böyle. Cebindeki son parayı ona kaptırmak istemiyordu ama nafile. Dudaklarını sıkıca birleştirip burnundan üfledi sertçe sıkıntısını. Sonra, sigarasını ağzına alıp cüzdanını çıkardı.

"Ha yaşayasın be!" Caferin gözleri parlamıştı.

"İngeme selam söyle." dedi arkasından yaşlı adamın. Biraz da olsa, daha iyi hissediyordu kendini. İçinden gülümseyerek, dertli dertli söylendi kendi kendine.

"Gene ayak üstü sikildik amına koyayım!"







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sıradan

          Tüm muharebelerini kaybetmiş bir amiralin son kurşunu bu kelimeler. Bir insan kaç savaşta yenilebilir ki? İşte ben o kadar yenildim sana. Ah, hadi ama... Böyle bir cümlenin geleceğini sen de tahmin ediyordun, değil mi? Ezberlemiş olmalısın artık beni. İyice tanıyorsun, bir virtüözün enstrümanını tanıdığı gibi. Ve çoktan fark etmiş olmalısın aslında yitirdiğimi kelimeleri. Söyleyecek pek bir sözüm kalmamış geriye; birkaç süslü cümle ve biraz kafiye, o kadar! Sanki yine sarhoşum ve seni yazmak için bir bahane bulmuşum. Bir yerden ilham gelmiştir nasılsa, tanıdık bir müzik çalınmıştır kulağıma. Ne var bunda? Yazmak istiyorum, anlasana! [Yazasım Var #5] Ben bugün bile hâlâ otuzumda, seni düşünürüm her ayın dokuzu nda. Kafiyeler yazma çabam, onların güzel olduğuna dair batıl bir inançtan ibaret. Çünkü sen de güzelsin. Seni yazmak demek, süpernovaya dönüşen yıldızları yazmak gibidir. Çünkü bulutsular da güzeldir. Yazdıklarımı anlamaları için astron...

Anısına

      Bu, dünyada yazılmış en iyi ve en harika blog: Anısına.      Uzun zaman önce bir gece vakti kardeşim Semih ve ben, Ayvacık’tan Saray'a dönüyorduk. Uzun ve sessiz yolda bizden başka kimsecikler yoktu. Bütün gün alkol içmenin bize verdiği yetki ve yolun ıssızlığıyla birlikte; o gece o yoldaki -hatta belki de koca evrende- en gürültülü iki varlık bizdik.      Sonra birdenbire, yolun ortasında parıldayan bir ışık belirdi. Işık, sanki gözümüzün önündeki gerçeklik perdesinin yırtılması sonucu başka bir boyuta açılan ince bir çizgiden sızıyordu. Sonra çizgi büyüdü ve genişledi, gözlerimiz tamamen ışığın ihtişamına büründü. Açılan geçidin içinde bir siluet belirdi ve bizi o büyülenme halinden gerçeğe döndürdü. Sivri dişleri, kıvrımlı boynuzları ve kırmızı gözleriyle karşımızda Şeytan dikiliyordu.      Ve bize dedi ki: "Hemen şimdi, burada, bana dünyanın en iyi blogunu yazın! Yoksa ruhlarınızı yerim."      Donup kal...

Necronomicon

Daha önce hiç söylenmemiş ne söyleyebilirim?       Çok yorgunum. Ve çoktan kayboldum. Artık ilhamımı da yitirdim sanırım.  Yaşamak falan da istemiyorum. Karanlık bir çukur var içimde, evrendeki en ağır nesne. Işığımı yutar, beni çeker içine. Sonsuza kadar sürüklenir, atomlarıma kadar ezilirim. Bugün yine griyim. Koca bir hayat boyunca yaşadıklarımı küçücük bir hisse sığdırıp nasıl tarif edeyim? Bu yüzden belki de susmak en iyisi. Çünkü ne kadar konuşsam o kadar anlamayacaksın beni. Yine de anlatmak geliyor içimden sana, ne yapayım? Seni yazmak bir çeşit nekromansi.       Yokluğuna dayanamayıp devrilir tümcelerim. Öyle olmasa, yani sen olsan, o zaman ben bile mutlu olabilirim. Dünya acılarla dolu bir yer olmaktan çıkar; yaşamak bundan böyle sadece ıstırap değil. Senden çocuğum olsun isterim. Adını Yaz koyarım. Adını içimdeki karanlığa doğan güneşten alır. O doğduğunda gün doğar; ışık olur. Bak gördün mü, artık yaşamamın bir anlamı var! Ölmeyi...