Ana içeriğe atla

Bal Arısı


Ofisin girişi olduğunu düşündüğüm yerin önünde, mermer bir sütunun üzerinde, nasıl olduğunu bilmediğim bir mühendislikle havada asılı şekilde bir sanat eseriymişçesine duran -belki de sergilenen demek daha doğru olacak- başparmağım büyüklüğündeki arı heykelini izliyordum. Rengi o kadar koyu mordu ki ilk görüşte siyah olduğunu sanırdınız. Bu arı heykelinin onun sembolü olduğunu ilk görüşte anladım. Ama her nedense hep altın veya gümüşten olacağını düşünmüştüm. Bu gördüğüm siyahlık ise beni tamamen büyüsü altına almıştı. Gözlerimi üzerinden alamıyor, sisli sokaktaki diğer mekânlara ve önlerindeki heykellere bakamıyordum. Bu sırada o, arkamdan yaklaşıp, düşüncelerimi duymuşçasına; kara elmas, dedi.

Kara elmas, diye tekrar ettim. Kömür mü yani?

Şaşkınlığım onu epeyce eğlendirmiş gibi görünerek güldü ancak alay etmiyordu. Doğru ya, dedi, sizin geldiğiniz yerde atomların bu şekilde dizilmiş haline hiç rastlanmaz. Neyse, diye devam etti, isterseniz içeri geçelim. Sokağı göstererek; burada konuşacak değiliz ya?

Göz alabildiğine uzanan sokakta bunun gibi pek çok sunaklar ve üzerine özenle yerleştirilmiş her biri birbirinden göz alıcı semboller süzülüyordu. Gözlerimin önü bir sis perdesiyle örtülü olduğundan, orda olduklarını tahmin ediyor ancak göremiyordum. Her bir sembol ait olduğu kişinin özelliklerini temsil ediyordu. Burada, deyim yerindeyse bu dükkânların kapılarında asılı tabelalar yoktu mesleklerinin ne olduğunu söyleyen; onun yerine bu küçük heykelcikler vardı. Garip bir şekilde, nedenini anlayamasam da; nereyi aradığımı, kimi aradığımı bu küçük arı heykelini gördüğüm gibi anlamıştım.

İçeri geçerken, merakıma yenik düşerek aklımdaki soruyu sordum. Ben sorarken daha, ne soracağımı biliyor ve gülümsüyordu.

"Neden arıyı seçtiniz?"

"Arılar ne yapar?" diye bir karşı soruyla cevap verdi. Her zamanki gibi, yeni tanıştığım insanlarla konuşurken aramızdaki buzları eritmek için kullandığım yöntemi kullanarak mizaha başvurdum. Ne var ki, mizah en ihtiyacım olduğu zamanlarda beni hep yalnız bırakır en olmaması gereken zamanlarda karşıma çıkardı. Tahmin edileceği üzere şimdi de bana pek yardımcı olmayacaktı. Yine de elimdeki tek espri ile cevap verdim:

"Sokarlar."

Belki işe yaradığından, belki de aklımdan geçenleri okuduğundan ve beni rahatlatmak istediğinden kısa bir kahkahayla karşılık verdi.

"Hayır, hayır. Arılar, bal yapar."

"Anladım." diye cevap verdim yarı dalgın, yarı düşünceli bir biçimde. Anladım diye cevap vermiştim. Hâlbuki ne demek istediğini hiç anlamadım. Yine de bana cevap verme şekli dikkatimden kaçmamıştı. Gözlerimi arı heykelciğinin büyüleyici güzelliğinden alıp ona doğru çevirdim. Bugüne kadar sadece yazışmalar aracılığıyla görüşmüştük, Onu hiç görmemiştim. Nasıl biri olduğunu merak etmediğimden değil, tam aksine çok merak ediyordum. Özellikle de bu cevaptan sonra. Arılar, bal yapar.

Onu, baştan aşağı süzdüm hızlıca. Sarı boyalı, küt kesimli düz saçları, sade ancak gayet şık takıları, beyaz ceketi ve altındaki turkuaz -ya da yeşil, renklerden hiç anlamam- bluzuyla kombin olması için özenle seçilmiş eteği ve topuklularıyla tıpkı bir müdireyi andırıyordu. Cevap verme şekli çok genç ve heyecan dolu birininki gibi olsa da sesinden ve siluetinden yola çıkarak bu kadının orta yaşlarının sonuna merdiven dayamış biri olduğuna kanaat getirdim. Belki de yaş onlar için bizden çok daha farklıydı, kim bilir? Zihnimden geçenleri okuyabildiğinden, kaba olmamak için düşüncelerimi dağıtmaya çalıştım. O ise bu çabamı da fark etmiş fakat yine konu ile ilgili bir şey söylememişti. Esas meseleye geçmeyi tercih etti.

"Beni neden görmek istediniz?"

Sesindeki bu ciddiyet aslında konunun ne olduğunu bildiğini gösteriyordu. Nitekim yanılmamıştım. Ben daha sözüme yeni başlamışken, masasının üzerinde duran kâğıdı eline aldı.

"Yazıma olan itirazınız için buradayım. Defalarca yeniden yazıp düzenledim ve bence şu an olabilecek en iyi hâlinde. Neden ısrarla reddediyorsunuz?"

Ciddiyetini hiç bozmadan üstelik bir de kaşının tekini hafifçe kaldırarak yazımı okumaya başladı.

"Kafamın içinde, beni en derinden sevebilecek daha da önemlisi gerçekten anlayabilecek bir kadın yarattım. Yıllarca sürdü onu betimlemek. Bu kadın, senden türetilmiş hayali bir karakter olmakla birlikte, hayatımdaki diğer kadınlardan da pek çok şey taşıyordu elbette. Senin gibi bakıyor, senin gibi yürüyor, hatta senin gibi konuşuyor ancak bir başkası gibi gülüyordu. Çünkü ben hayatımın hiçbir evresinde senin gülüşünü tasvir edebilecek kadar şair olamadım."

"Üzgünüm Kartal Bey, buna onay veremem." Diyerek böldü yazıyı.

Anlıyordum ki, baştaki tüm o sevecenliği, beni bu yazıdan vazgeçirmek için takındığı bir maskeydi sadece. Düşüncelerimi okuyabildiğinden buraya hangi amaçla geldiğimi biliyor ve beni itirazımdan vazgeçirmek için böyle davranıyordu. İlham perileri, ne kadar da ikiyüzlü yaratıklardı böyle.

"Fakat nasıl olur? Tamamını okumadınız bile! Bence gerçekten güz..." Sözümü yarıda kesti.

"Endişelenmeyin, defalarca okudum. İçinde kıymetli bir parça bulabilmek için çok çabaladım. Şimdi devam etmiyorum çünkü bu paragraf tüm yazınızı özetler nitelikte. Başka bir insanı yüceltmeniz uğruna, size sağladığım hizmeti küçük düşürmenize seyirci kalamam. Romantizmden başka hiçbir şey içermeyen, benzerlerinden ayırıcı hiçbir özelliği bulunmayan, alelade bir yazı bu. Tumblr ve Twitter bunlarla kaynıyor zaten. İsteseydim kendime oralardan bir müşteri bulabilirdim.

Yazıma sıradan ve alelade demesinden çok, hatta hiç önemim yokmuş gibi başka birini bulmaktan bahsetmesini de geçtim, romantizmden başka bir şey içermediğini söylemesi gücüme gitmişti. Çünkü en beğendiğim yazılarım, romantik yazılarımdan başkaları değildi. Bunda ne gibi bir problem vardı ki? Benim bir itirazda bulunmama gerek bırakmadan cevaplamaya girişti. Benden daha fazla konuşup kontrolün kendinde olduğunu bana hissettirmek istiyordu.

"Vedalarımdan Öteye Gitme, az önceki yazınız gibi sırılsıklam bir romantizm şiiri değil, tam aksine çok kuvvetli sitem içeren bir başyapıt. Üstelik fantastik ve bilimkurgu öğelerinin bir şiir içine bu kadar etkili ancak fark ettirmeden dağılması eşine az rastlanan bir durum. Orion ise farklı bir cennetten kovulma hikâyesi anlatan başarılı bir mitos. Avcı'nın kılıcını kalbinizi kesmesi için kullanması metaforu ise derin anlamlar arayanlar için engin bir deniz. Bohem Türküsü zaten her haliyle bir serzeniş ve kötü bir sonla biten iyi bir öykü. Bir başkası tarafından yazılmış bir şarkıyı, kendi hayatınıza ancak bu kadar uyarlayabilirdiniz."

En gurur duyduğum ancak az önce aklımdan romantik örnekler olarak geçirdiğim tüm bu yazılarımı sıralarken sesi yatışıyor gibiydi ancak son anda tekrar yükselişe geçti.

"Fakat elimde tuttuğum bu müsveddeye bir yazı demek bile gelmiyor içimden." Yüzünü buruşturmasından, ne kadar tiksindiğini görebiliyordum. Konuşurken adeta yerinde zıplıyor, git gide tizleşen sesi kulaklarımda çınlıyordu. Ancak bu öfkenin sebebini bir türlü anlayabilmiş değildim.

"Haksızlık ediyorsunuz. Üstelik neyi yazıp neyi yazmayacağıma siz karar veremezsiniz. Arılar bal yapar, unuttunuz mu? Benim de işim bu!" Nihayet bu sözle ne demek istediğini anladığımı düşünüyordum. Anlaşılan o ki yanılıyordum.

"Arılar bal yapar, Kartal Bey. Siz sadece bir bal arısı yetiştiricisisiniz. Yazılarınız, bal, benim ürünüm."

Bu sözler karşısında ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi şaşırdım. Konuşmamak için kendimi zorluyordum çünkü konuşurken sesim sinirden ağlamaklı çıkacaktı ve ben, karşımdaki kişiye bu üstünlüğü vermek istemiyordum. Söylediklerini defalarca tarttıktan sonra derin bir nefes alarak sakince konuşmaya çalıştım.

"Benim ne yazıp ne yazamayacağıma karışıyorsunuz. Buna hakkınız yok. Üstelik yazdıklarım tamamen bana ait olan şeylerdir."

Sözlerim karşısında git gide öfkeleniyordu. Kendi yazdığım yazıları sahiplendiğim için sinirleniyor olması inanılır gibi değildi. Demek ilham perileri bu kadar açgözlü, gururlu ve öfkeli oluyordu.

"Seni bulduğumda o aptal aşk bloglarını yazıyordun. Ben olmasam bir hiçtin! Vedalarımdan Öteye Gitme gibi bir şiiri ancak bir şairin kitabında okur, Orion'u belki rüyanda görürdün. Bohem Türküsü'nü asla yazamadın. Bunların hepsi benim eserim!

Artık söylediklerini duyamıyordum bile. Sinirim ve ağlama hissim kaybolmuş, yerini bir sürü soruya bırakmıştı. Acaba herkesin ilham perisi bu kadar kötü biri miydi? Yoksa yanılıyor muydum, ilham perim aslında kötü biri değildi de haklılığı yüzünden mi sinirleniyordu?

Onsuz gerçekten bir hiç olup olmadığımı düşündüm. Bu sorunun cevabını yaşayarak öğrenmeye karar vermiştim. Yavaşça oturduğum yerden doğruldum. Otoritesine yapılan bu itaatsizlikle karşılaştığında yüzünün aldığı şekilden daha önce hiç onu terk eden bir yazar olmadığını anladım. Belki de sadece bunu benden beklemiyordu. Anlaşılan o da ben de yeterince şaşırmıştık bugün karşılaştığımız kişiliklere. Elindeki kâğıda uzanıp yazımı onun ellerinden çekip kurtardım. Bugünden itibaren ben, hayatıma ilhamı olmayan bir yazar olarak devam edecektim. O ise, yazarı olmayan bir ilham perisi olarak savrulup duracaktı sayfaların arasında...

Dışarı çıktığımda arı heykeli hâlâ oradaydı. Kâğıda baktım.

Çünkü ben hayatımın hiçbir evresinde senin gülüşünü tasvir edebilecek kadar şair olamadım.

Gülümsedim. Bugüne kadar kurduğum hiçbir cümle ile bu kadar gurur duymuyordum. Sisli sokağın içine dalıp oradan uzaklaştım. Arı heykeli bütün güzelliğiyle süzülmeye devam ediyordu.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unu Tonu

       Yaşayarak ölüyoruz, kurtuluşumuz yok. Ağlamak istedikçe akıyor içime gözyaşları. Çığlıkların yerine kopuyor bazı şeyler benden. Sessizlik boğazıma dolanıyor; sensizlik yutkunuyorum. Ölmek için yaşamaz insan; üzülmek için sevmez de... Özlemek ayrı konu. Unut onu, unut onu!        Çarpma işlemindeki 1 kadar etkim var hayatım üzerine. Her öfkelenişimde sövüyorum toyluğumdan geçinenlerin düzenine. Kuduran denizin dalgaları gibi köpürüyorum gri. Sonra duruluyorum, ya ne olacak? Ben aslında buyum, Sylvia’nın öz oğlu. Yok başka bir şey olduğu. Yanlışlıkla öldü diyecekler arkamdan. Ya da bir dalyarak gelip ileri geri konuşacak başımda. Ve sen, benim güzel katilim, elbet bir gün anacaksın beni. Cenazem gözlerinden kalkacak.         Böyle olacak gidişim. Gelecek planları yaparken, ölümsüzmüşüm gibi. Hepsi bitecek ve tükeneceğiz. Perişanım şimdi, sen de mutlu ol. Büşra, bu yazıda nihayet biraz Sezen Aksu görebilecek. Biraz da Birhan Keskin, yani öylesine barbarca bir sevgi. Hani şu mavi k

Her Ayın Dokuzu

              Her yazın kendine has bir kokusu vardır. Kesik bir meltem eser ve o an hatırlarsın. Kimi zaman Şirince Şarabı tadında, bazen de balık ve bira... Akşamüstü turunculuğunda fark edersin tükendiğini tüm kelimelerin. Söylenecek pek bir şey kalmaz geriye. Yaşın yirmi dokuz. Artık her ayın dokuzu bir armağandır eski sevgiliye. Gitarcının hediyesi renkli bir pena, şairinki birkaç kafiye. Ve sen, öylece beklemeye devam edersin akşam çökerken. Gün aheste uzaklaşır.        Gökyüzüne yıldızlar yaraşır, dudağında muzip bir gülümseme. Hiçbir ressam boyayamaz güzelliğini. Tanrı varsa en büyük kanıtı sensin. Ne bir eserim yakışır gözlerine, ne de ben hatırladığın o aptal çocuğum artık. Aşk, âlimlerin kendilerini işine adamak için uydurduğu bir bahane miydi sadece? Yoksa kuyumcular daha fazla pırlanta satsın diye mi severiz sence? Boşver, bazı soruların cevabının olmasının dahi bir mânâsı yoktur. Hayat da böyle belki, gelip geçiyor yaşıyoruz diye nasılsa.      Sen tahtında oturup yarını p

Sıradan

          Tüm muharebelerini kaybetmiş bir amiralin son kurşunu bu kelimeler. Bir insan kaç savaşta yenilebilir ki? İşte ben o kadar yenildim sana. Ah, hadi ama... Böyle bir cümlenin geleceğini sen de tahmin ediyordun, değil mi? Ezberlemiş olmalısın artık beni. İyice tanıyorsun, bir virtüözün enstrümanını tanıdığı gibi. Ve çoktan fark etmiş olmalısın aslında yitirdiğimi kelimeleri. Söyleyecek pek bir sözüm kalmamış geriye; birkaç süslü cümle ve biraz kafiye, o kadar! Sanki yine sarhoşum ve seni yazmak için bir bahane bulmuşum. Bir yerden ilham gelmiştir nasıl olsa, tanıdık bir müzik çalınmıştır kulağıma. Ne var bunda? Yazmak istiyorum, anlasana! [Yazasım Var #5] Ben bugün bile hâlâ otuzumda, seni düşünürüm her ayın dokuzu nda. Kafiyeler yazma çabam, onların güzel olduğuna dair batıl bir inançtan ibaret. Çünkü sen de güzelsin. Seni yazmak demek, süpernovaya dönüşen yıldızları yazmak gibidir. Çünkü bulutsular da güzeldir. Yazdıklarımı anlamaları için astronomiyi ve uzayı bilmeleri g