Ellerin çocuk elleriyken, şimdi ellerinde çocuk elleri var. Mutlu muyuz can suyum sonunda, tam da yapraklarım kuruduğunda? Önceden köprünün bulunduğu yerden geriye yalnızca hatıran kalmış. Altından hiç sular akmamış ve ben hep aynı nehirde yıkanmışım... Yine de ne ben aynı benim ne de sen bir zamanlar bildiğim gibisin. Tatlı-acı ve biraz da doğru. Ah şu kalbim nasıl da dönerdi gündöndüler gibi gözlerine doğru!
Oysa doksan üç yaşına kadar yaşamak isterdim hep. Büyük bir usta olarak gömülmek; torununun torununu görmek. Çocuklarına iyi bir baba olabilmek… Şimdiyse kızlarımı öykülere gömüyorum Mekkeli müşrikler gibi. Tanrı da dur demiyor, destekliyor sanki. Anla işte, bahar gelmeyecek vahalarıma, düzeleceği de yok bu çöllerin.
Tüm masallar gibi bu da bir var-bir yokla başlar. Caddeler, gecenin tenhalarına çekilir. Issızın derinlerinde yalnızlık yeşerir. Ve ben, her Eylül’de yeniden doğarım. Yani doğardım eskiden... Artık sadece hayattayım ölümü beklerken. Bilirsin işte, senden önce ölmek, hâlâ genç ve biraz da yakışıklıyken…
Masalın dönüm noktası da burası olsun. Çoğu hikayenin aksine, bunun mutlu bitmeyecek sonu. Çünkü sen bir şarkıyı bile çok gördün bana. Üstelik bu bir sitem değil, sadece hatırlatma. Boşver, sen bana bakma! Ben pot kırarım, yanlış yaparım nasılsa. Hep beklerim, hiç hata yapmamak için. Her şeyin en doğrusunu hesaplamak, tam on ikiden vurmak… Yine de ıskalarım ve hayatı da kaçırırım. Herkes gider benden. Sana niye anlatıyorsam bunları? Beni zaten en çıplak halimle tanıdın. Zaman zaman yanlış da olsa -ya da işine geldiği gibi- beni en iyi sen anladın.
Ancak senin de gitme vaktin geldi buralardan. Bu şehirden, şiirden, benden… On sekiz yaşındaydım ayrıldığımda evden. O günden beri evsizim: yersiz ve kimsesiz! Dolanır dururum avare, insanlar dönüp de bana bakmazlar. Tüm masallar gibi bu da bir var-bir yokla başlar. Ama onların sonunundan farklı olarak, bu kahramanlar sonsuza dek mutlu yaşamazlar.
Yorumlar
Yorum Gönder