Sabahın soluk mavi ışıkları pencerene tıklatır. Günaymaz sen orada olmayınca. Akriliği kurumuş bir tuvalin çatlaklarında kaybolursun. Yaşananlar cansız fakat resim bir o kadar diri. Durup yakından baksan, sanki seninle konuşacak içlerinden biri. Işıkları sonsuza kadar hapsedilmiş caddelerde dolaşırsın. Ya da malzemenin ömrünün yettiği kadar. Sonuçta her şeyin bir ömrü var hayatta. Ağır taş köprünün de var, donuk nehrin üzerinden geçtiğin. Vitrinlerin önünden yürürsün, yansımanı göremediğin. Çünkü yansımalar ruha çarpar! Sen orada değilsin, ruhun hiç değil...
On yıllardır misafiri olmayan bu kadim şatonun bedensiz bir sakiniyim ben, bunları iyi bilirim. Bana baktığında, delip geçer bakışların içimden, arkamdaki duvarın döküklerini görürsün. Artık sadece şeffaf bir ürpertiyim, aynalar tepki vermez bana. Sesim kahkahalarına karışmaz. Saçımı saldığımda, zaman nasıl dururdu unutursun. Bahar'ı belki de hiç hatırlamıyorsun. Sana Venüs'ü anlatmadım sanki, bizim çocukları ve balıkçıları da... Arkadaşlarımı tanımıyorsun, Semih'i mesela. Oysa ben senin arkadaşlarına da kırgınım hâlâ.
Yollara düşmeyeceksem sevdadan, yokluğunda sokakta yaşamayacaksam yanına yaklaşılmaz bir alkol kokusuyla; herkese seni anlatıp tartışmayacaksam imamlarla, elinden tutmayacaksam evsizlerin ve yanağını okşamayacaksam bir yetimin baba sevgisiyle... Seni nasıl sevdim derim? Boşver, anlamazlar nasılsa. Sen de anlamıyorsun zaten, günler nasıl uzar-kısalır? Hangi noktalar güneş vurmadığında karanlıkta kalır? Ben neden her daim geceyi yaşarım...
Tüm hikâyeler aslında kendini yazar. Anılar da öyle... Bir kartal, zamanın okunu kanatlarında taşır. Dönüp baktığında hatıralar olduğu gibi değil, arzulandığı gibi hatırlanır. Küçücük şeyler bana seni hatırlatır. Kıpkızıl bir gün doğar ördüğüm duvarlar üzerime yıkılırken. Gitmek son kozumdu benim lâkin önce sen gidersin benden. Enkazın altında kimsesiz gizemli bir beden uzanır.
Yorumlar
Yorum Gönder