Ana içeriğe atla

Cızırtı

Hangisi daha önce başladı bilmiyorum. Gecelerce yazı yazarken bana eşlik eden şarkılardaki cızırtı mı yoksa kafamın içinden gelen sesler mi? Yazmamı sağlayan cızırtı hangisiydi ayırt edemedim hiç. Burada oturup gecelerce yazdım. Çoğu zaman cızırtılı bir şarkı eşlik etti bana, belki de cızırtıyı çıkaran şey sadece kulaklıktı kim bilir? Ama yazdım. Kafamın içindeki sesleri yazdım. Yazarken bir çok şeyi sakladım elbette sizden. Ne yani, kaçık bir yazarın tüm anlatmak istediklerini açık seçik anlatacağını mı düşündünüz? Edebiyat derslerindeki lanet adamların bir öğretisi değildi bu ya da yazılı bir kuralı yok yazarlar derneğince. Hiçbir derneğe üye değilim bu arada. Zaten dernek falan da yok, keşke olsa. Twitterda patlayıp giden ve salak saçma şeyleri yazıp, kitap bastırıp, çok satanları önceden durdurabilirdik belki.

Cızırtılar...
(Ah evet kaçık herif, bunu özlemişim, eskisi gibi yazıyorsun!)
Cızırtılar italik yazdığım cümlelerden daha da fazlasıydı çoğu zaman. Benim yazdığım cızırtıları siz imla hatalarında gördünüz. İçinizi gıcıkladı değil mi? Alın oropsu çcoukları alın size birkaç imla hatası daha...

Evet, bu hissi özlemişim.
Parmaklarımdan döktüğüm bu şeyler içime giden yoldaki kapıyı araladılar her zaman. Parmaklarımın ucuyla araladım o kapıyı lâkin hiçbir zaman ardına kadar açamadım. Belki söylemek için biraz geç ama bu yazı da çoğu zaman olduğu gibi size hiçbir şey katmayacak. Yeni bir kelime bile öğrenemeyeceksiniz muhtemelen. Ya da en azından, ruh halimi bile açmayacağım size. Ne de olsa hâla canınız cehenneme hepinizin. Dikkat ettin mi? Yine bir cızırtı duydun, bu seferki devrik bir cümle gibiydi...

Kafanın içindeki seslerden bahset onlara!
Kapat çeneni kafamın içindeki ses, bir yazı yazmaya çalışıyorum!
Onlara günâhlarından bahset...
Günâhlar... Ah evet, birden çok. Ne diyebilirim ki her birinde oradaydım. İnsanların yaptıklarıyla yüzleşmelerinden fazlaydı benim meydan okumalarım. Kendime meydan okuyordum. Onlar kendi küçük kurgularında bizzat yazdıkları senaryolarını okurken ben çoktan sahnedeki görevimi bitirmiş gibi hissettim hep.

İyi gidiyorsun. Devam et, anlat...
Işıklar kapandığında ve alkışlar durulduğunda, salon boşaldığında o iğrenç insan kokusu ve sıcaklığı geçene kadar orada öylece dikildiğim zamanları düşünüyorum da, nefret etmek için gerçekten güzel sebepler bunlar. Ama ben hiçbir zaman tam anlamıyla nefret etmedim ki. Duyduğum tiksinti ise benim suçum olamayacak kadar insancıl bir histi. Ve evet, günâhlar acıları doğurdu. Artık günâhlardan bahsetmek istemiyorum çünkü okuması yazmasından daha kolay.

Sahi okumak sizin için hep bu kadar zor muydu?
Yalnızlık o kadar içten ve samimi ki artık, onu kendimden ayırt edebildiğim zamanları hatırlayamıyorum bile. Benim parçam olmadığı zamanlarda bana acı verebiliyor muydu acaba? Hatırlaması güç. Yıllar geçtikçe birbirine kaynaşan iki şeyi birbirinden ayırmak sadece fizik kurallarıyla mümkün. Peki ya onların bir zamanlar bir bütün olduğu gerçeğini ayırmak için kullanacağım fizik kuralı nerde? Newton'un bunu hesaplayabilecek kadar aylak olduğunu sanmıyorum. Belki de bir yerlerde başka bir paralel evrenin varlığından bahsederken bununla ilgili de bir şeylere değinmiştir Hawking.


Bense kafamın içinde müzik diye bir kavram yarattım. Duyduğum seslerden uyumlu olanlarını bir araya getiriyor ve bunları büyük bir keyifle dinliyordum. Sonra herkes bunu yapmaya başladı. Artık müzik vardı. Ben yazılar yazmaya başladım ve artık yazılar vardı. Kafamın içinde oluşturdum tüm bunları ve yanılgılar kendiliğinden diğer yanılgıları doğurdu. Nerden bilebilirdim ki insan oğlunun bu kadar pervasız olduğunu. İnsan oğlu kendini tanrının çocuğu olduğuna inanabilecek bir egoyla yaratılmıştı ve ben de bundan nasibimi fazlasıyla almıştım. Tiksinti duyduğumdan bahsetmiş miydim? Hayır, sizden nefret etmedim. Belki de etmişimdir kim bilir?  Ama gerçekten midemi bulandırdı ve kustuğum şeyler bazen sadece kelimeler oldu. Bazen de sadece bir gülümseme...

İşte yine saçmalamaya başladı. Neden saat 3'ü geçtikten sonra saçmalamadan devam edemiyor?
Sana çeneni kapatmanı söylememiş miydim?

Yalnızlık. "Bazen kendini bile istememektir." demişti şair, (ben), şimdi daha iyi anlıyorum ki; kendini bile istememek bazen sadece yalnız kalmak demekti. Çoğu zaman da birini beklemek. Hiç gelmeyecek biri, bir ilham perisi, ya da karanlıklar içinden bir anda ortaya çıkacak olan bir adam, sana seçilmiş kişi olduğunu ve milyonlarca ışık yılı uzaktaki bir dünyayı sadece senin kurtarabileceğini söyleyecek türden biri. Belki de bazen sadece uyanmayı beklemekti yalnızlık. Bir rüyadan uyanmak gibi. Bir kâbusun seni yakalayıp bırakmaması gibi ruhunun daraldığı anlardan bahsediyorum. Sana da hiç oldu mu?

Bazen düşünüyorsun ya sigara içsen daha iyi yazar mıydım diye. Onu bilmiyorum ama müzik olmasa yazamayacağını iddia ediyorum.
Bunu bir gün test etmemize ne dersin?

Olur...
Son olarak söylemek istediğim bir ş
ey var. Canınız cehennemin en dibine, olur mu? En derinine gitmelisiniz ve ordan kendinize pis bir yer seçmelisiniz. Bu sizden küçük bir ricam. Lütfen...

Söyle onlara kendilerine iyi bakmasınlar. İki-üç gün sonra kokuşacak bedenlerinin içinde kilitli kalmış ruhlarını serbest bırakmadıkça bu leş gibi et yığınında yaşamaya devam etsinler.
Olur.
Ve bırak da bu sefer son cümleyi bir kez olsun 
ben söyleyeyim. Çünkü sana hep söylemek istediğim bir şey var: Senin de canın cehennemin en dibine aşşağılık herif...





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unu Tonu

       Yaşayarak ölüyoruz, kurtuluşumuz yok. Ağlamak istedikçe akıyor içime gözyaşları. Çığlıkların yerine kopuyor bazı şeyler benden. Sessizlik boğazıma dolanıyor; sensizlik yutkunuyorum. Ölmek için yaşamaz insan; üzülmek için sevmez de... Özlemek ayrı konu. Unut onu, unut onu!        Çarpma işlemindeki 1 kadar etkim var hayatım üzerine. Her öfkelenişimde sövüyorum toyluğumdan geçinenlerin düzenine. Kuduran denizin dalgaları gibi köpürüyorum gri. Sonra duruluyorum, ya ne olacak? Ben aslında buyum, Sylvia’nın öz oğlu. Yok başka bir şey olduğu. Yanlışlıkla öldü diyecekler arkamdan. Ya da bir dalyarak gelip ileri geri konuşacak başımda. Ve sen, benim güzel katilim, elbet bir gün anacaksın beni. Cenazem gözlerinden kalkacak.         Böyle olacak gidişim. Gelecek planları yaparken, ölümsüzmüşüm gibi. Hepsi bitecek ve tükeneceğiz. Perişanım şimdi, sen de mutlu ol. Büşra, bu yazıda nihayet biraz Sezen Aksu görebilecek. Biraz da Birhan Keskin, yani öylesine barbarca bir sevgi. Hani şu mavi k

Her Ayın Dokuzu

              Her yazın kendine has bir kokusu vardır. Kesik bir meltem eser ve o an hatırlarsın. Kimi zaman Şirince Şarabı tadında, bazen de balık ve bira... Akşamüstü turunculuğunda fark edersin tükendiğini tüm kelimelerin. Söylenecek pek bir şey kalmaz geriye. Yaşın yirmi dokuz. Artık her ayın dokuzu bir armağandır eski sevgiliye. Gitarcının hediyesi renkli bir pena, şairinki birkaç kafiye. Ve sen, öylece beklemeye devam edersin akşam çökerken. Gün aheste uzaklaşır.        Gökyüzüne yıldızlar yaraşır, dudağında muzip bir gülümseme. Hiçbir ressam boyayamaz güzelliğini. Tanrı varsa en büyük kanıtı sensin. Ne bir eserim yakışır gözlerine, ne de ben hatırladığın o aptal çocuğum artık. Aşk, âlimlerin kendilerini işine adamak için uydurduğu bir bahane miydi sadece? Yoksa kuyumcular daha fazla pırlanta satsın diye mi severiz sence? Boşver, bazı soruların cevabının olmasının dahi bir mânâsı yoktur. Hayat da böyle belki, gelip geçiyor yaşıyoruz diye nasılsa.      Sen tahtında oturup yarını p

Sıradan

          Tüm muharebelerini kaybetmiş bir amiralin son kurşunu bu kelimeler. Bir insan kaç savaşta yenilebilir ki? İşte ben o kadar yenildim sana. Ah, hadi ama... Böyle bir cümlenin geleceğini sen de tahmin ediyordun, değil mi? Ezberlemiş olmalısın artık beni. İyice tanıyorsun, bir virtüözün enstrümanını tanıdığı gibi. Ve çoktan fark etmiş olmalısın aslında yitirdiğimi kelimeleri. Söyleyecek pek bir sözüm kalmamış geriye; birkaç süslü cümle ve biraz kafiye, o kadar! Sanki yine sarhoşum ve seni yazmak için bir bahane bulmuşum. Bir yerden ilham gelmiştir nasıl olsa, tanıdık bir müzik çalınmıştır kulağıma. Ne var bunda? Yazmak istiyorum, anlasana! [Yazasım Var #5] Ben bugün bile hâlâ otuzumda, seni düşünürüm her ayın dokuzu nda. Kafiyeler yazma çabam, onların güzel olduğuna dair batıl bir inançtan ibaret. Çünkü sen de güzelsin. Seni yazmak demek, süpernovaya dönüşen yıldızları yazmak gibidir. Çünkü bulutsular da güzeldir. Yazdıklarımı anlamaları için astronomiyi ve uzayı bilmeleri g