Ana içeriğe atla

Hasret

Trenlerin sesini duyuyor musun?

Sirenler senin için çalmıyor. Şimdilik...

"İstanbul yönüne gidecek yüksek hızlı tren 10 dakika sonra 3. peron 6 numaralı yolda bekleniyor."

Eline damlayan bir yağmur damlasıydı. Hani hislerinle gök yüzünü griye boğmuştun ya onun eseri. Bırak ağlasın. Gök yüzü  bu işi iyi yapıyor. O'nun ağlamasından iyidir. Gök yüzü büyük ve güçlü. Ama o henüz o kadar güçlü değil.  Sanrılarını gördüğün o gelecek belki de hiç gerçek olmayacak. Belki de her şey çok kolay olur kim bilir. Sen yine de temkinli ol. Onu görmek için zor yollara başvurabilirsin. Gördükten sonra bile çok uzun bir sure göremeyeceksin. Geri dönmek isteyecek. En azından başlarda...

"İstanbul yönüne gidecek yüksek hızlı tren 5 dakika sonra 3. peron 6 numaralı yolda beklenmektedir."

Gerginsin aynı zamanda da heyecanlı. Böyle hissetmek için daha 5 saatin yok mu? Kolay olacağını sanmıştın değil mi? Diğer yolculuklarına benzeyecekti.  Bir şeyler yazacaktın belki de o duyguyu hissetmeden daha yazının adını 'Hasret' koyacaktın...

Biraz kendini düşün. Evet, senin için de hiç kolay olmayacak. Senin için daha da zor olacak. Daha önce de geride kaldın değil mi? İyi hissettirmiyor. Sen yine de gülümsemek zorundasın. O'nun için. Buna ihtiyacı olacak. Ağlamadığın için sana kızsa bile. Boşver! Bir gün,  gerçek göz yaşlarının kelimeler olduğunu anlayacak. Boğazına düğümlenen bir şeyler olduğunda gözlerinden süzülen damlalar yerine parmaklarından kelimelerin döküldüğünü bir gün anlayacak.

"İstanbul yönüne gidecek yüksek hızlı tren  3. peron 6 numaralı yoldan hareket etmektedir."

Daha gideceğin zor bir yolculuğun, göreceğin eski dostların ve yapacağın uzun konuşmalar var. Ama hepsinden önemlisi sarılacağın ve bırakmak zorunda kalacağın o kadın. Değil mi? Tıpkı kaprisli bir 29 Şubat sabahı gibi, dört yılda bir gelen. O'nun kaprislerini özleyeceksin. Bir dört yıl daha bekleyeceksin. Dört ay mı? Ne fark eder, canın istediğinde sarılamayacaksın ya!

İşte şimdi duyuyorsun.

Trenlerin sesini duyuyorsun.


Sirenler senin için çalıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unu Tonu

       Yaşayarak ölüyoruz, kurtuluşumuz yok. Ağlamak istedikçe akıyor içime gözyaşları. Çığlıkların yerine kopuyor bazı şeyler benden. Sessizlik boğazıma dolanıyor; sensizlik yutkunuyorum. Ölmek için yaşamaz insan; üzülmek için sevmez de... Özlemek ayrı konu. Unut onu, unut onu!        Çarpma işlemindeki 1 kadar etkim var hayatım üzerine. Her öfkelenişimde sövüyorum toyluğumdan geçinenlerin düzenine. Kuduran denizin dalgaları gibi köpürüyorum gri. Sonra duruluyorum, ya ne olacak? Ben aslında buyum, Sylvia’nın öz oğlu. Yok başka bir şey olduğu. Yanlışlıkla öldü diyecekler arkamdan. Ya da bir dalyarak gelip ileri geri konuşacak başımda. Ve sen, benim güzel katilim, elbet bir gün anacaksın beni. Cenazem gözlerinden kalkacak.         Böyle olacak gidişim. Gelecek planları yaparken, ölümsüzmüşüm gibi. Hepsi bitecek ve tükeneceğiz. Perişanım şimdi, sen de mutlu ol. Büşra, bu yazıda nihayet biraz Sezen Aksu görebilecek. Biraz da...

Meleğin Hüznü

         Kahramanımız nereye gitse güneş orada batardı. Çanlar onun için çalar; Lilium, ezgisini söylerdi. Artık Haziran'da ölmek daha bir kolaydı. Eylül, yokuşu çıkarken yorulur ve geçmez olur, zaman 17'de dururdu.      Neyi kaybettiyse bu hayatta, peşindeki melek onun için ağlardı. Binlerce yıldır ağlardı! Gözyaşları; müzik ve notalar, yağlı boyalarla tablolar olup akardı. Ardından ağıtlar yakardı. Mırıldanıp bir şeyler söylemeye çalıştıkça nefesi kuzey rüzgarlarına karışırdı. O da alışırdı elbet; acının tüm tayflarında sızıyan bir yüreği olmasa... Çekip gider, hayata karışırdı. Şu göklerin altında söylenebilecek bir kudretli kel â m olsa bulacaktı. Neyse kaybettiği, getirip yerine koyacaktı. Oysa sonsuzluğun treninde ona kesilen bilet, yoksunluğun illetiyle imgeleniyordu. Mazlumunun adını Sükut koydu.     Meleğin aksine kahramanımız hiç ağlamazdı. Gri gözleri kanlanır ama yaşlar akmazdı. Dingin yüzünde bir tebessüm olduğu bile söylen...

Sıradan

          Tüm muharebelerini kaybetmiş bir amiralin son kurşunu bu kelimeler. Bir insan kaç savaşta yenilebilir ki? İşte ben o kadar yenildim sana. Ah, hadi ama... Böyle bir cümlenin geleceğini sen de tahmin ediyordun, değil mi? Ezberlemiş olmalısın artık beni. İyice tanıyorsun, bir virtüözün enstrümanını tanıdığı gibi. Ve çoktan fark etmiş olmalısın aslında yitirdiğimi kelimeleri. Söyleyecek pek bir sözüm kalmamış geriye; birkaç süslü cümle ve biraz kafiye, o kadar! Sanki yine sarhoşum ve seni yazmak için bir bahane bulmuşum. Bir yerden ilham gelmiştir nasılsa, tanıdık bir müzik çalınmıştır kulağıma. Ne var bunda? Yazmak istiyorum, anlasana! [Yazasım Var #5] Ben bugün bile hâlâ otuzumda, seni düşünürüm her ayın dokuzu nda. Kafiyeler yazma çabam, onların güzel olduğuna dair batıl bir inançtan ibaret. Çünkü sen de güzelsin. Seni yazmak demek, süpernovaya dönüşen yıldızları yazmak gibidir. Çünkü bulutsular da güzeldir. Yazdıklarımı anlamaları için astron...