Ana içeriğe atla

Yazasım Var #2


Rahatsız bir taburenin üzerinde, rahatsız edici derecede parlak beyaz bir ışığın altında, yumuşak sarı bir kağıt yerine sıradan bir a4 kağıdına yazıyorum bu sefer. Tüm o gecelerin hatırına, loş ışıkta yazarken yaptığım imla hataları gibi birkaç hata yapmalıyım. Ya da belki biraz içerikte saçmalarım. Söylemeden geçmeyeyim, en az tabure kadar rahatsız bir adamım.

Pek konuşan biri olduğumu düşünmüyorum. Ya da çevremdeki bazı yakın dostlarım böyle düşünüyor, ben de onlara katılıyorum. Konuşmak zorunda olduğum yabancıların yanında değilsem neden konuşayım ki? Bir kağıt ve kalemim de varsa...


Kendi kendine konuşmak başka, o konuyu geçelim. 


Divan edebiyatındaki şu meşhur tartışmayı bilirsiniz; kafiye göz için midir yoksa kulak için mi? Şimdi gerçekten anlıyorum. Eskiden sadece kulak için olduğunu düşünürdüm. Neyse konuyu çok dağıtmayalım. Ne diyorduk; yazasım var.

Siz hiç gerçek olmayacağını bildiğiniz bir hayal kurdunuz mu? En azından gerçekleşme ihtimali olan hayaller kurmuşsunuzdur hepiniz. Siz hiç gerçek olmayan bir dünya kurguladınız mı kafanızda? Yoksa kafasını yastığa koyduğu gibi uyuyanlardan mısınız?

Ya ölmek? 
Hayır, hayır, unutulmak?

Unutulmanın nasıl bir his olduğunu farkında olmadan da olsa düşünür insan. Ve herkes bunun için bir şeyler yapar. Ben de bunun için insanlığın 5000 yıldan fazladır yaptığı şeyi yapıyorum. Çünkü bir yazar, okunmak için yazar. Çünkü okunmamak; unutulmaktır...





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unu Tonu

       Yaşayarak ölüyoruz, kurtuluşumuz yok. Ağlamak istedikçe akıyor içime gözyaşları. Çığlıkların yerine kopuyor bazı şeyler benden. Sessizlik boğazıma dolanıyor; sensizlik yutkunuyorum. Ölmek için yaşamaz insan; üzülmek için sevmez de... Özlemek ayrı konu. Unut onu, unut onu!        Çarpma işlemindeki 1 kadar etkim var hayatım üzerine. Her öfkelenişimde sövüyorum toyluğumdan geçinenlerin düzenine. Kuduran denizin dalgaları gibi köpürüyorum gri. Sonra duruluyorum, ya ne olacak? Ben aslında buyum, Sylvia’nın öz oğlu. Yok başka bir şey olduğu. Yanlışlıkla öldü diyecekler arkamdan. Ya da bir dalyarak gelip ileri geri konuşacak başımda. Ve sen, benim güzel katilim, elbet bir gün anacaksın beni. Cenazem gözlerinden kalkacak.         Böyle olacak gidişim. Gelecek planları yaparken, ölümsüzmüşüm gibi. Hepsi bitecek ve tükeneceğiz. Perişanım şimdi, sen de mutlu ol. Büşra, bu yazıda nihayet biraz Sezen Aksu görebilecek. Biraz da...

Meleğin Hüznü

         Kahramanımız nereye gitse güneş orada batardı. Çanlar onun için çalar; Lilium, ezgisini söylerdi. Artık Haziran'da ölmek daha bir kolaydı. Eylül, yokuşu çıkarken yorulur ve geçmez olur, zaman 17'de dururdu.      Neyi kaybettiyse bu hayatta, peşindeki melek onun için ağlardı. Binlerce yıldır ağlardı! Gözyaşları; müzik ve notalar, yağlı boyalarla tablolar olup akardı. Ardından ağıtlar yakardı. Mırıldanıp bir şeyler söylemeye çalıştıkça nefesi kuzey rüzgarlarına karışırdı. O da alışırdı elbet; acının tüm tayflarında sızıyan bir yüreği olmasa... Çekip gider, hayata karışırdı. Şu göklerin altında söylenebilecek bir kudretli kel â m olsa bulacaktı. Neyse kaybettiği, getirip yerine koyacaktı. Oysa sonsuzluğun treninde ona kesilen bilet, yoksunluğun illetiyle imgeleniyordu. Mazlumunun adını Sükut koydu.     Meleğin aksine kahramanımız hiç ağlamazdı. Gri gözleri kanlanır ama yaşlar akmazdı. Dingin yüzünde bir tebessüm olduğu bile söylen...

Sıradan

          Tüm muharebelerini kaybetmiş bir amiralin son kurşunu bu kelimeler. Bir insan kaç savaşta yenilebilir ki? İşte ben o kadar yenildim sana. Ah, hadi ama... Böyle bir cümlenin geleceğini sen de tahmin ediyordun, değil mi? Ezberlemiş olmalısın artık beni. İyice tanıyorsun, bir virtüözün enstrümanını tanıdığı gibi. Ve çoktan fark etmiş olmalısın aslında yitirdiğimi kelimeleri. Söyleyecek pek bir sözüm kalmamış geriye; birkaç süslü cümle ve biraz kafiye, o kadar! Sanki yine sarhoşum ve seni yazmak için bir bahane bulmuşum. Bir yerden ilham gelmiştir nasılsa, tanıdık bir müzik çalınmıştır kulağıma. Ne var bunda? Yazmak istiyorum, anlasana! [Yazasım Var #5] Ben bugün bile hâlâ otuzumda, seni düşünürüm her ayın dokuzu nda. Kafiyeler yazma çabam, onların güzel olduğuna dair batıl bir inançtan ibaret. Çünkü sen de güzelsin. Seni yazmak demek, süpernovaya dönüşen yıldızları yazmak gibidir. Çünkü bulutsular da güzeldir. Yazdıklarımı anlamaları için astron...