Rahatsız bir taburenin üzerinde, rahatsız edici derecede parlak beyaz bir ışığın altında, yumuşak sarı bir kağıt yerine sıradan bir a4 kağıdına yazıyorum bu sefer. Tüm o gecelerin hatırına, loş ışıkta yazarken yaptığım imla hataları gibi birkaç hata yapmalıyım. Ya da belki biraz içerikte saçmalarım. Söylemeden geçmeyeyim, en az tabure kadar rahatsız bir adamım.
Pek konuşan biri olduğumu düşünmüyorum. Ya da çevremdeki bazı yakın dostlarım böyle düşünüyor, ben de onlara katılıyorum. Konuşmak zorunda olduğum yabancıların yanında değilsem neden konuşayım ki? Bir kağıt ve kalemim de varsa...
Kendi kendine konuşmak başka, o konuyu geçelim.
Divan edebiyatındaki şu meşhur tartışmayı bilirsiniz; kafiye göz için midir yoksa kulak için mi? Şimdi gerçekten anlıyorum. Eskiden sadece kulak için olduğunu düşünürdüm. Neyse konuyu çok dağıtmayalım. Ne diyorduk; yazasım var.
Siz hiç gerçek olmayacağını bildiğiniz bir hayal kurdunuz mu? En azından gerçekleşme ihtimali olan hayaller kurmuşsunuzdur hepiniz. Siz hiç gerçek olmayan bir dünya kurguladınız mı kafanızda? Yoksa kafasını yastığa koyduğu gibi uyuyanlardan mısınız?
Ya ölmek?
Hayır, hayır, unutulmak?
Unutulmanın nasıl bir his olduğunu farkında olmadan da olsa düşünür insan. Ve herkes bunun için bir şeyler yapar. Ben de bunun için insanlığın 5000 yıldan fazladır yaptığı şeyi yapıyorum. Çünkü bir yazar, okunmak için yazar. Çünkü okunmamak; unutulmaktır...
Yorumlar
Yorum Gönder