Aslında
sadece “1” yoktur.
Çünkü aslında sadece “1” vardır ve bu yüzden yalnızca o yok olabilir.
Dolayısıyla hiç olmaması durumda bile “1” varlığını korumaya devam eder.
Dolayısıyla hiç olmaması durumda bile “1” varlığını korumaya devam eder.
Bu son zamanlarda
üzerine çokça düşündüğüm bir konu olmakla birlikte, hâlâ benim için tamamlanmış
bir düşünce sistemi değil ne yazık ki. Şu yazıyı yazmaya başlayana kadar bile,
“Aslında sadece 1 ve 1’in olmaması durumu var.” Şeklinde düşünüyordum. Bu görüş,
çok yaygın inanışlarla da desteklenmektedir. Doğu kültüründe yer alan “ying ve yang” bir hiçlikten
gelir, iki de birden; Helenistik düşüncedeki “teklik içinde çiftlik” aynı bedene hapsolmuş Hermaphroditos,
İslam’daki “tevhit” gibi inanışlar
bunun en bilinen örnekleridir.
Ben buna “tekillik” diyeceğim.
Varlık ve yokluk üzerine, yeni tanıştığım
biriyle yaptığım geçtiğimiz günlerdeki bir muhabbette, konu oldukça faklı
yerlere gitti ve konuşurken kendi kendimi gaza getirebiliyor olmamla da
birlikte görüşlerimi kontrolsüzce savurmaya başladım. Bu yine 1’in “her şey” oluğu, her şeyin de aslında “hiçbir şey” olduğu düşüncesiydi.
Tanrının varlığı ve yokluğuna yönelik bir soru üzerine şu yanıtı verdim. Tanrı
var ve tanrı hepimiziz, var olan her şey: Yokluk.
Varız. Tekrar yok olacağız... Ve hepsinden önemlisi bunlar aslında varlık ve
yokluk şeklinde iki ayrı kavram değil, tek bir olgu.
Bunu kavramak neden
bu kadar güç, biraz bundan bahsedeyim. Çünkü olan her şey, yani varlık, yani “1” çok büyük bir kavram. Öte yandan yok olan her şey demek bile bir
anlatım bozukluğu esasında. Çünkü yok olan (var olmayan) her şey veya yok olan
tek bir şey demek söz konusu olamaz. Çünkü yok olan; bir şey değildir. Yokluk yani hiçbir şeyin olmaması durumu aslında tek
bir şeydir o da “0” (sıfır, hiçlik). Yokluk bu kadar küçük hatta bir hiç iken, varlığı kavrayabilmek için,
onu bütünden daha küçük parçalara bölmemiz gerekir.
1’in aslında 0 ve 0’ın da aslında 1 olması bir tekillik
olsa dahi, o tekilliği anlatabilmek için bile ikiye bölüp iki rakama ihtiyaç
duyarız.
Varlığından(!) hiç şüphe etmediğimiz evreni
kavrayabilmek için de onu küçük parçalara bölüyoruz. Ve bunu matematikle
yapıyoruz. Çoğu insanın düştüğü yanılgıdaki tanrı figürü, yani cennette oturan
beyaz sakallı, yaşlı, tontiş bir “erkek”, bence tanrının insanı kendi suretinde
yaratmasından değil de, insanın tanrıyı kendi suretinden yaratmasından
kaynaklanıyor. Bağlama baktığımızda benim için hiçbir sorun yok çünkü aslında
hepsi “1”. Bu yazının konusu “Tanrı var mıdır yok mudur, varsa nasıl bir
olgudur?” değil. Yine de bu yanılgıya yakın bir tanrı figürü yaratacak
olsaydım, ona en yakın şey “matematik”
olurdu sanırım. Bu yüzden matematiği bir anlatım dili olarak seçtiğimi
düşünüyorum. Çünkü varlığı ve yokluğu anlatırken bile yazıyla yazmak yerine,
sayıyla “1” yazıyorum.
Matematik,
kavrayamayacağımız kadar büyük bir olguyu yani varlığı daha küçük parçalara ve
dallara ayırabildiği için bile yeterince kutsal
bir sistem bence. Yine de bu yazının konusu matematiğe övgü de değil. İnsanlar
olarak, bir şeyleri parçalara bölmek
için yarattığımız bir sistemi bile (ya da keşfettiğimiz –şimdilik bu konuyu
irdelemeyelim) parçalara bölmüşüz. Bugünkü bilgi birikimimizle elde ettiğimiz İleri Kalkülüs’ü düşünün. Tüm o
karmaşıklığı çıkarıp attığınızda geriye temel matematik, ilkokul seviyesi dört işlem kalıyor. Peki, matematiği
daha küçük kısımlardan kurtarmış oluyor muyuz, yeterince bütünleştirebiliyor muyuz dört işleme indiğimiz zaman? Hayır. Çünkü
aslında iki işlem var, dört değil. Toplama
ve Çıkarma. Çünkü çarpma defalarca toplamak, bölme de defalarca çıkarmak
demek. Ya şimdi yeterince bütünleştirebildik mi? Yine hayır! Çünkü aslında iki
işlem de yok. Sadece toplama var. Çıkarma, toplama işleminin negatif bir
sayıyla yapılması demek. Tek bir
işlem.
Elbette sadece tek bir işlem olmalıydı, çünkü aslında
sadece “1” var. Yani, aslında sadece 1 yok. Çünkü aslında sadece “1” var ve
sadece “1” varsa, “1” yok olabilir.
Bu yüzden midir
dersiniz, masallarımız “Bir varmış, bir
yokmuş.” ile başlar?
İnsanlık tarihinin
ve bilimin ilerlemesi boyunca, varlığı anlayabilmek adına onu daha küçük
parçalara ayırmaya devam ettik. Demokritos’un
elmayı ikiye bölerek, sonra o parçaları da ikiye bölerek, böylece antik yunan
dilince bölünemez anlamına gelen “atomos”
adını verdiği o bölünemez parçacık olan atomun hikâyesini hepimiz biliriz.
Belki doğa bilimleri ile uzaktan da olsa bir alakanız olduysa eğer, M.Ö 400’lü
yıllarda bölünemez dedikleri atomun bile bölünebildiğini modern fizik sayesinde
duymuşsunuzdur. Atomlar, atom altı parçacıklardan yani; proton, nötron ve elektronlardan oluşmaktadır.
Tümdengelim aslında bir hakikati
arayış biçimidir bu anlamda. Çünkü bütünü yeterince parçalayabilirseniz ancak
onu anlayabilirsiniz. Tümevarım da o
parçaları birleştirme çabasıdır. Peki, insanlık tek ve ortak bir akla sahip
olmadıkça neyi parçaladığını hatırlayabilecek midir? Yeterince parçaladığında,
o parçaları tekrar bir araya getirebilecek midir?
Tabii ki bütünü
görebilmemiz için parçaları birleştirmemize gerek yoktur. Bunu yapabileceğimiz
tek ve mutlak bir aklımız olmadığından da değil. Çünkü var olan tüm akıllar,
yoktur; sonsuz sayıdaki parçaların hepsi, birdir. Tüm bunlar, daha önce adına
tekillik dediğimiz bir olgudan ibarettir.
Varlığı
kavrayabilmedeki arayışımız hala devam etmektedir. Her ne kadar bugünkü
bilimsel birikimimiz atom altı parçacıkları parçalamamıza olanak sağlayamıyor
olsa da, Sicim Kuramı bize o
parçacıkların içinde ne olduğunu söyler.
1’i tamamen
anlayabilmemiz için belki de zor yolu seçtiğimizi ve 0’ı aradığımızı
düşünüyorum. Yine de bu çok yanlış olmayacak çünkü eğer mümkünse ve 0’a
ulaşabilirsek orada gördüğümüz tek şey; sadece ve sadece 1 olacak.
Çünkü aslında sadece “1” yoktur.
Kartal OK
Nisan 2019
Nisan 2019
Yorumlar
Yorum Gönder