Ana içeriğe atla

Mavi Hüznün Sonatı (Serim)


Güneşin altında parıldayan bir nehir akıyor gözlerimin önünden. Milyon yıllar geçiyor üzerinden. Nehir denize dökülüyor. İleride, yeri ve göğü ayıran zümrüt renkli bir dağ, denizin rengini kendi rengine çeviriyor. Aman allahım, senin gözlerinden bile daha güzel...

Aşk, kaldıramayacağım bir yük artık. Nereden başlasam bilemiyorum.

Bana bir piyano verirseniz güzel sesler çıkaracağımdan emin olabilirsiniz. Bana bir gitar verirseniz sizin için güzel bir parça çalabilirim. Bana hayatlarınızın bir parçasını verirseniz onu cehenneme çevireceğim. Ve bir kalem ve kağıtla yazmakta da oldukça iyiyim. Böyle başlamamıştı hiçbiri aslında. Böyle son buldu lakin.


Henüz on dört yaşındaydım bir Mustang'im olsun isteğimde. Ama kimin umurunda değil mi? Peki ilk şiirimi yazdığımda? İlk kez aşık olduğumda? Ya seni ilk kez gördüğüm an? Bir yaz ve ardından sonbahar, sonra bahar aylarıydı ağaçlarda yeşil yapraklar... Kendini yalnız hissettiğinde hiç kapıdan içeri biri girdi mi, gününe güneş gibi doğan? Bir yağmurun altında ıslandın mı biriyle koşarken? Bir müzik çaldı mı bir tartışmanın ortasında, ikinizin de yüzünde güller açtıran? Sahi, sen hiç kelebek yakalamaya çalıştın mı çocukken?

İşte bu hikaye, o talihsiz olaydan sonra "kahramanımızın" (bkz: mitoloji, kahraman) başından geçenleri konu alır.

Kaç savaş geçerse geçsin başından, kaç yağmurda ıslanırsa ıslansın hazanda ve kaç gece üşüse de Kasım'ın soğuğunda ya da Saray'ın Şubatlarında, yine de belli etmez hüznünü. Pek konuşkan olmayan, korkmuş ama mağrur bir çocuk gibidir. İncecik dudaklarını birbirine kenetleyip, gökyüzünden aldığı gözlerini kocaman açıp bakar öylece boşluğa. Bazen yaprakları dökülmekte olan bir ağacın rüzgarla savrulan yarı çıplak dallarına, bazen yol kenarındaki su birikintisine düşen yağmur damlalarına, bazen de seyir halindeki bir aracın camından  gecenin lacivertliğini turuncuya boyayan uzaktaki şehrin ışıklarına. Ama en çok da, kış aylarının soğuk gecelerinde, kuzey yarım kürenin gökyüzüne konumlanmış Orion Takımyıldızı'na... 

Efsaneye göre avcının kadın olmasını kendi istemiş tanrıdan, o da geri çevirmemiş bu isteği. Hikayenin devamını biliyorsunuz zaten. Avcı, hayata gelince ilk iş onun kılıcına uzanıp kalbini kesmek için kullanmış. Tanrı da avcıyı cezalandırmak için onu bir takımyıldızı'na dönüştürmüş ve gökyüzüne hapsetmiş, ta ki tekrar kavuşacakları güne dek...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her Ayın Dokuzu

              Her yazın kendine has bir kokusu vardır. Kesik bir meltem eser ve o an hatırlarsın. Kimi zaman Şirince Şarabı tadında, bazen de balık ve bira... Akşamüstü turunculuğunda fark edersin tükendiğini tüm kelimelerin. Söylenecek pek bir şey kalmaz geriye. Yaşın yirmi dokuz. Artık her ayın dokuzu bir armağandır eski sevgiliye. Gitarcının hediyesi renkli bir pena, şairinki birkaç kafiye. Ve sen, öylece beklemeye devam edersin akşam çökerken. Gün aheste uzaklaşır.        Gökyüzüne yıldızlar yaraşır, dudağında muzip bir gülümseme. Hiçbir ressam boyayamaz güzelliğini. Tanrı varsa en büyük kanıtı sensin. Ne bir eserim yakışır gözlerine, ne de ben hatırladığın o aptal çocuğum artık. Aşk, âlimlerin kendilerini işine adamak için uydurduğu bir bahane miydi sadece? Yoksa kuyumcular daha fazla pırlanta satsın diye mi severiz sence? Boşver, bazı soruların cevabının olmasının dahi bir mânâsı yoktur. Hayat da böyle belki, gelip geçiyor yaşıyoruz diye nasılsa.      Sen tahtında oturup yarını p

Hatırlamak Laneti

    Her şey karanlığa gömülür, derin ve sessiz karanlığa... Bazı hatalardan dönülmez. Vakit yetmez toparlanmaya. Pişmanlıklar bavula sığmaz. Bir kısmını bırakırım hiç bilmediğim yabancı bir şehirde, seninle birlikte.       Sevebilirdim oysa burayı, yaşayabilirdim yıllarca. Köşe başında bir kahvecim olurdu, her gün gittiğim bir kitapçım… Müzelerin önünden geçerken birlikte gezeriz diye planlar yapardım. Bir pizzacı bulurduk sonra. Bir kilisenin önünde otururduk yorulunca. Elini tutardım yürürken. Hangi sokakta istersen orada fotoğraf çekilirdik. Seni trene bindirip de uğurlama vakti gelince, gitme derdim!      Sana gitme demedim, Lavinia. Sarılıp öpmedim. Bunlar valizime sığdırabildiğim pişmanlıklardan birkaçı. Artık nereye gitsem yanımda taşıyacağım, bu ıssız karanlıkta bana eşlik etsinler diye. Hatırlayacağım. Sen unuttun mu acaba?       Hatırlamak laneti ile cezalandırılmışım ben. Milyonlarca olasılık dönüyor kafamda, yaşadığımız hayatlar ve yaşamadıklarımız da… Sakın yanlış bir şey

Hazan Biri

            Dünya üzerime gelir; diz çökmüş Atlas gibiyim. Omuzlarım ezilir, kelimeler boğazıma dizilir. Kimseye laf anlatmak gelmez içimden. Gözlerime bakma anne, sana yalan söylemek istemem. Nazende bi' düş, bazen bir gülüş alır götürür... Sessiz bir öpüş ve keskin bir bakış öldürür beni. Yazan biri değil, hazan biriyim artık ben. Yapraklarım dökülür.       Geçmiş, dönemeyeceğim kadar uzaklaşır benden. Kurduğum hayaller yıkılır, propagandasını yaptığım davalar satılık çıkar. Dionysosçu bir tragedya oynarım. Çağın bir kahraman ve sana baş kaldıran! Ne gelir elden? Artık formüllerle yazamam. Semih fark eder, Cennet beğenmez. Koray, zarlarımı yeniden at! Soluyor bak auram. Bu fani bedenim elbet tadacak bir gün ecelden; fakat ideam ulaşılamaz.     Kaç kere sıfırdan başlayabilir ki insan? Daha kaç savaşa tanıklık eder bu meydan? Kaç yağmur temizler günahlarımı? Ben, senin yerine de yandım ulan! Sen taşı içimde söndürdüğüm bu yangını. Al ellerinin arasına başını, söyle kendine ne yalan