Ana içeriğe atla

Vahiy


       Ona hiç göstermeden bilmesini beklediğin gibi bir sevgi beslersin kendine. Ancak o zaman fark edersin, bilmeye ihtiyacın vardır. Sevilmek ve sevildiğini bilmek aslında her canlının ihtiyacıdır. Onun kadar güçlüsü bile ancak birkaç yıl bekler seni, sevilmediğini sanarak. Sonunda dayanamaz, o da gider. Sen kalırsın geriye. Acıları bir odaya kilitlersin onlarla ne yapacağını bilmeden. Hislerini yazıya çevirir ve satırlara gömersin. Kendine itiraf edemez ama yine de özlersin. Konu ondan bahsetmeye gelince, ki gelmez, duygularını gizlersin. Ondan konuşmana izin vermezsin.

    Ve tanrı nihayet seninle konuşur!

    Onu hatırlamayı, adını anmayı ve ondan konuşmayı bu kadar istediğini bilmez. Sen de bilmezsin. Sana hatırlamayacağın bir öğüt verir. Unutursun. Olsun, tebliğ etmekle yükümlü değildin zaten. Unutmak da vardır. Diğer tüm konuşmaları hatırlarsın. Ona olan sevgini göğsünün tam ortasında taşıdığının farkına varırsın. Ona olan sevgin, hacimsiz incelikte ancak sonsuz derinlikte beyaz bir çizgidir. "Onu konuşmak istediğini bilmiyordum." Der, başını eğer. "Sana çok yükleniyorum ben." Sana çok yükleniyorum Kartal, der ve af diler. Tanrı kendisinden af diler! Tıpkı ona gösterme gereği duymadığın sevgi gibi, eksikliğini çekersin sevilmenin, sevildiğini bilmenin... Seviyorsan, sevdiğini göstermeliydin! Seviyorsa, sevdiğini göstermelidir. "Seni seviyorum." Der ve ekler: "Konuşabilirsin artık, dinliyorum."

    Bana onu anlat.

    Kafamın içindeki düşüncelerden yalnızca yazdıklarımı veya konuştuklarımı duyarsın. Diğerlerini hiç bilmiyorsun. Sustuklarımı nasıl bilebilirsin ki? O ince beyaz çizgi, kalbimdeki en derin çiziklerden biridir. Bu hiç değişmeyecek. Teselli eder kendin seni; onu unutman gerekmiyor. Merak etme Kartal, her şey düzelecek! Onu sevmeye devam edebilirsin, sevmek sana iyi gelecek. Sevgi her şeyin ilacı ve bu yol, sevginin yolu. Sevgi, gögsünün tam ortasında ince bir çizgi, elini koy, muhafaza et, koru. Sevilmeye ihtiyacın olduğunda elini götür göğsüne, hisset onu.

    Seni çok seviyorum, hiç unutma bunu. 

   









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unu Tonu

       Yaşayarak ölüyoruz, kurtuluşumuz yok. Ağlamak istedikçe akıyor içime gözyaşları. Çığlıkların yerine kopuyor bazı şeyler benden. Sessizlik boğazıma dolanıyor; sensizlik yutkunuyorum. Ölmek için yaşamaz insan; üzülmek için sevmez de... Özlemek ayrı konu. Unut onu, unut onu!        Çarpma işlemindeki 1 kadar etkim var hayatım üzerine. Her öfkelenişimde sövüyorum toyluğumdan geçinenlerin düzenine. Kuduran denizin dalgaları gibi köpürüyorum gri. Sonra duruluyorum, ya ne olacak? Ben aslında buyum, Sylvia’nın öz oğlu. Yok başka bir şey olduğu. Yanlışlıkla öldü diyecekler arkamdan. Ya da bir dalyarak gelip ileri geri konuşacak başımda. Ve sen, benim güzel katilim, elbet bir gün anacaksın beni. Cenazem gözlerinden kalkacak.         Böyle olacak gidişim. Gelecek planları yaparken, ölümsüzmüşüm gibi. Hepsi bitecek ve tükeneceğiz. Perişanım şimdi, sen de mutlu ol. Büşra, bu yazıda nihayet biraz Sezen Aksu görebilecek. Biraz da...

Her Ayın Dokuzu

              Her yazın kendine has bir kokusu vardır. Kesik bir meltem eser ve o an hatırlarsın. Kimi zaman Şirince Şarabı tadında, bazen de balık ve bira... Akşamüstü turunculuğunda fark edersin tükendiğini tüm kelimelerin. Söylenecek pek bir şey kalmaz geriye. Yaşın yirmi dokuz. Artık her ayın dokuzu bir armağandır eski sevgiliye. Gitarcının hediyesi renkli bir pena, şairinki birkaç kafiye. Ve sen, öylece beklemeye devam edersin akşam çökerken. Gün aheste uzaklaşır.        Gökyüzüne yıldızlar yaraşır, dudağında muzip bir gülümseme. Hiçbir ressam boyayamaz güzelliğini. Tanrı varsa en büyük kanıtı sensin. Ne bir eserim yakışır gözlerine, ne de ben hatırladığın o aptal çocuğum artık. Aşk, âlimlerin kendilerini işine adamak için uydurduğu bir bahane miydi sadece? Yoksa kuyumcular daha fazla pırlanta satsın diye mi severiz sence? Boşver, bazı soruların cevabının olmasının dahi bir mânâsı yoktur. Hayat da böyle...

Sıradan

          Tüm muharebelerini kaybetmiş bir amiralin son kurşunu bu kelimeler. Bir insan kaç savaşta yenilebilir ki? İşte ben o kadar yenildim sana. Ah, hadi ama... Böyle bir cümlenin geleceğini sen de tahmin ediyordun, değil mi? Ezberlemiş olmalısın artık beni. İyice tanıyorsun, bir virtüözün enstrümanını tanıdığı gibi. Ve çoktan fark etmiş olmalısın aslında yitirdiğimi kelimeleri. Söyleyecek pek bir sözüm kalmamış geriye; birkaç süslü cümle ve biraz kafiye, o kadar! Sanki yine sarhoşum ve seni yazmak için bir bahane bulmuşum. Bir yerden ilham gelmiştir nasılsa, tanıdık bir müzik çalınmıştır kulağıma. Ne var bunda? Yazmak istiyorum, anlasana! [Yazasım Var #5] Ben bugün bile hâlâ otuzumda, seni düşünürüm her ayın dokuzu nda. Kafiyeler yazma çabam, onların güzel olduğuna dair batıl bir inançtan ibaret. Çünkü sen de güzelsin. Seni yazmak demek, süpernovaya dönüşen yıldızları yazmak gibidir. Çünkü bulutsular da güzeldir. Yazdıklarımı anlamaları için astron...