Ana içeriğe atla

Lekesiz Zihnin Sonsuz Gün Işığı (Part I)

Loş ışık klişesine tamamen karşı olan bu mekan, şehrin en kaliteli yeri sayılırdı. Gençler genelde kalbur üstü bir şeyler yapmak isterlerse oraya giderlerdi. En azından ucuz meyhanelerde para harcamayı daha mantıklı bulan Tayfun ve varoş arkadaşlarının düşünceleri bu yöndeydi. Sosyete mekânı. Bu gece sosyete mekanında, nispeten sosyetik arkadaşlarıyla bir buluşmadaydı. Biraz eski dost meclisi gibi, biraz da eski günleri anmak için toplandıkları bir gece. Oturdukları ne büyük ne de küçük masanın sol tarafında mekanın kocaman pencereleri vardı, tüm duvarı kaplayan pencereler insanların sigara içmek için çıktıkları balkon ve mekanı birbirinden ayırıyordu. Balkon'un aşağısında insanların yürüdüğü kalabalık kaldırım ve hemen kaldırımın yanına park etmiş araçlarla dolu bir sokak uzanırken, pencerenin diğer tarafında, mekanın içi sokağa dik bir şekilde devam ediyordu. Merdivenlerden çıkan insanlar sağlı sollu yerleştirilmiş masaların arasındaki yürümelik yerden geçer ve sokağı izleyebilecekleri, güzel manzaralı bir yerde kendilerine boş masa ararlardı. Havaların sıcak olduğu zamanlarda olsa üst kata çıkıp mekana adını veren teras tarafında takılırlardı ama Şubat'ın soğuğu buna izin vermiyordu. Masada oturan Tayfun ve arkadaşları önlerinden geçen üç-beş kişilik arkadaş grubuna aldırmadılar.

Grubun en önünde zarif bir şekilde yürüyen kız Tayfun'u gördüğünde, Tayfun da dikkat eksikliği olduğundan arkadaş grubunu değil de hareketli olan diğer herkese gözü takılıyordu. O an göz göze geldiler. Tayfun'un tanımadığı bu kız, belki de ona hayatı boyunca aldığı en sevimli ve içten selamı vermişti gülümseyerek. Böyle durumlarla karşılaşmışsınızdır, bir kız/erkek size gülümser ve siz de ona gülümseyerek karşılık verirsiniz. Sonra arkanızdan biri size hafifçe çarparak yanınızdan geçer, size gülümseyen kıza/erkeğe sarılır. Kız/erkek aslında size gülümsemiyordur. Ve siz de orada yüzünüzdeki o salak gülümsemeyle kala kalırsınız. Tayfun gayet şüpheci biriydi, acaba bana mı selam verdi diye düşünmeyi, böyle bir aptallığı yaşamaya tercih edecek türde biri. Kayıtsızca kafasını çevirdi ve arkadaşlarının sohbetine karıştı.

Bilinçli olarak dağınık havası verilmiş kestane rengi saçlı kızın gözlerinde ışıklar söndü. Mekanda çalan şarkıyı bile duymuyordu o an için. Bakışlarını önüne düşürüp arkadaşlarıyla önceden belirledikleri rezerve masaya geçip oturdu. Onlar için en güzel manzara pencerenin arkasında uzanırken, Tayfun için en güzel manzara ise pencerenin hemen önüne oturmuştu. Sırtı dönük olduğundan sadece saçlarını görebiliyordu kızın. Geniş omuzlarına bir taht'a otururcasına dökülmüş saçlar... Yine de Tayfun kızın ona neden öyle baktığını anlayamamıştı, göz ucuyla kontrol ettiği kadarıyla arkasında oturan birine de selam vermemişti. Tayfun bunları düşünürken, kız ise "Neden karşılık vermedi ki?" diye düşünüyordu kendi kendine. "Tamam, son zamanlarda ona pek de iyi davranmadım ama böyle yapmazdı."

Gecenin ilerleyen saatlerinde Tayfun, güzel manzaralı yerlerinden kalkıp giden gruptaki kızın güzelliğinden ne kadar etkilenmiş olsa da, gecenin başındaki o garip an'ın tekrar yaşanmaması için kızla göz göze gelmemeye çabaladı. Başardı da. Arkadaşlarıyla sohbet edip içmeye devam etti. Bir ara "fondip" yarışı bile yaptılar bu konuda iddialı bir arkadaşıyla. İnternette bir yerlerde vidyosu vardır. Gereksiz bir ayrıntı ama söylemek gerek; ona göre, biraz hasta olması sebebiyle boğazında hissettiği ağrı yarışı kaybettirdi. Güzel muhabbetle içilen bira ve fondip yarışı insanın iki şeyini çabuk getirir. Bir, çişini. İki, uykusunu. Sağa sola savrularak evine gitti o gece Tayfun, arkadaşlarıyla attıkları bir turdan sonra. Mekandan ayrılmadan yapmış olsa da yine çişi gelmişti. Hızlı bir şekilde evine gitti. İşerken telefonunun titrediğini fark etti, yatağa devrilirken ekran kilidini açtı ve gözlerine vuran parlak ışık gözlerine bir ağrı şeklinde saplandı. Bilmediği bir numara, tek kelimelik bir mesaj: "Tayfun?"

Numaraya tekrar bakan Tayfun numarayı tanıyamamıştı hala, ya çok sarhoş olduğu için hatırlamıyordu ya da biri yanlış numaraya mesaj atmıştı. Böyle durumlardaki klasik cevabını yazdı gönderdi. "Kimsin?" Cevap hemen gelmişti, "Benim Yaz." Sanki tanıyor olması gerekiyormuş gibi sadece adını yazmıştı. Sadece yatıp uyumayı düşünen Tayfun bir şans daha verdi yabancı numaraya, belki daha açıklayıcı olur ümidiyle. Çünkü böyle şeylerden hoşlanmazdı. Ona yazan kişinin kim olduğunu öğrenmek istiyordu. "Hangi Yaz?" "Yaz Günışığı, Tayfun neden böyle yapıyorsun? Özür dilerim seni görmezden geldim uzun süre ama neden bu gece selam bile vermedin?" Tayfun, kendisine selam verildiğini anlamış ama karşılığını vermemişti. Demek gerçekten de haklıydı, o gülümseme onun içindi. Garip bir şekilde, tanımadığı birinden gelen bir gülümseme aynı gün içinde ikinci kez içine bir ferahlık vermişti. Ama hala onu rahatsız eden bir şeyler vardı. Yaz Günışığı. Kesinlikle tanımadığı bir isimdi. "Tayfun Gürsoy ben. Biriyle karıştırdınız sanırım. Numaramı nerden buldun?" bu gece yazdığı son mesaj oldu. Hayal meyal hatırladığı "Yarın uygunsan görüşelim mi?" mesajını okuduktan sonra uyuya kalmıştı...



                                                                                   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her Ayın Dokuzu

              Her yazın kendine has bir kokusu vardır. Kesik bir meltem eser ve o an hatırlarsın. Kimi zaman Şirince Şarabı tadında, bazen de balık ve bira... Akşamüstü turunculuğunda fark edersin tükendiğini tüm kelimelerin. Söylenecek pek bir şey kalmaz geriye. Yaşın yirmi dokuz. Artık her ayın dokuzu bir armağandır eski sevgiliye. Gitarcının hediyesi renkli bir pena, şairinki birkaç kafiye. Ve sen, öylece beklemeye devam edersin akşam çökerken. Gün aheste uzaklaşır.        Gökyüzüne yıldızlar yaraşır, dudağında muzip bir gülümseme. Hiçbir ressam boyayamaz güzelliğini. Tanrı varsa en büyük kanıtı sensin. Ne bir eserim yakışır gözlerine, ne de ben hatırladığın o aptal çocuğum artık. Aşk, âlimlerin kendilerini işine adamak için uydurduğu bir bahane miydi sadece? Yoksa kuyumcular daha fazla pırlanta satsın diye mi severiz sence? Boşver, bazı soruların cevabının olmasının dahi bir mânâsı yoktur. Hayat da böyle belki, gelip geçiyor yaşıyoruz diye nasılsa.      Sen tahtında oturup yarını p

Hatırlamak Laneti

    Her şey karanlığa gömülür, derin ve sessiz karanlığa... Bazı hatalardan dönülmez. Vakit yetmez toparlanmaya. Pişmanlıklar bavula sığmaz. Bir kısmını bırakırım hiç bilmediğim yabancı bir şehirde, seninle birlikte.       Sevebilirdim oysa burayı, yaşayabilirdim yıllarca. Köşe başında bir kahvecim olurdu, her gün gittiğim bir kitapçım… Müzelerin önünden geçerken birlikte gezeriz diye planlar yapardım. Bir pizzacı bulurduk sonra. Bir kilisenin önünde otururduk yorulunca. Elini tutardım yürürken. Hangi sokakta istersen orada fotoğraf çekilirdik. Seni trene bindirip de uğurlama vakti gelince, gitme derdim!      Sana gitme demedim, Lavinia. Sarılıp öpmedim. Bunlar valizime sığdırabildiğim pişmanlıklardan birkaçı. Artık nereye gitsem yanımda taşıyacağım, bu ıssız karanlıkta bana eşlik etsinler diye. Hatırlayacağım. Sen unuttun mu acaba?       Hatırlamak laneti ile cezalandırılmışım ben. Milyonlarca olasılık dönüyor kafamda, yaşadığımız hayatlar ve yaşamadıklarımız da… Sakın yanlış bir şey

Hazan Biri

            Dünya üzerime gelir; diz çökmüş Atlas gibiyim. Omuzlarım ezilir, kelimeler boğazıma dizilir. Kimseye laf anlatmak gelmez içimden. Gözlerime bakma anne, sana yalan söylemek istemem. Nazende bi' düş, bazen bir gülüş alır götürür... Sessiz bir öpüş ve keskin bir bakış öldürür beni. Yazan biri değil, hazan biriyim artık ben. Yapraklarım dökülür.       Geçmiş, dönemeyeceğim kadar uzaklaşır benden. Kurduğum hayaller yıkılır, propagandasını yaptığım davalar satılık çıkar. Dionysosçu bir tragedya oynarım. Çağın bir kahraman ve sana baş kaldıran! Ne gelir elden? Artık formüllerle yazamam. Semih fark eder, Cennet beğenmez. Koray, zarlarımı yeniden at! Soluyor bak auram. Bu fani bedenim elbet tadacak bir gün ecelden; fakat ideam ulaşılamaz.     Kaç kere sıfırdan başlayabilir ki insan? Daha kaç savaşa tanıklık eder bu meydan? Kaç yağmur temizler günahlarımı? Ben, senin yerine de yandım ulan! Sen taşı içimde söndürdüğüm bu yangını. Al ellerinin arasına başını, söyle kendine ne yalan